Zekât

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekanı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nûru Muḥammed ﷺ O’nun rasûlü ve en sevgili kuludur. O ﷺ, risaleti tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmete nasihatta bulunmuştur. Allâh, onu diğer peygamberleri mükâfatlandırdığı şeylerden daha fazlası ile mükâfatlandırsın. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve diğer peygamberlere olsun.
Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kadîr olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim. Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿وَمَا أُمِرُوا إِلاَّ لِيَعْبُدُوا اللهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ﴾

El-Beyyineh suresi, 5. ayet
Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığı üzere bizlere; Allâh’a ihlâsla ibadet etmek, bütün Peygamberlere inanmak, batıl dinlerden yüz çevirmek, namaz kılmak ve zekât vermek emredilmiştir.


İmam Muslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasûlullâh şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ صَاحِبِ ذَهَبٍ وَلَا فِضَّةٍ لا يُؤَدِّي مِنْهَا حَقَّهَا إِلَّا إِذَا كانَ يَومُ القِيامَةِ صُفِّحَتْ لَهُ صَفَائِحُ مِنْ نَارٍ فَأُحْمِيَ عليهَا في نَارِ جَهَنَّمَ فَيُكْوَى بِهَا جَنْبُهُ وجَبِينُهُ وَظَهْرُهُ كُلَّمَا بَرَدَتْ أُعيدَتْ لَهُ في يَومٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمسينَ ألفَ سنَةٍ حتَّى يُقْضَى بينَ العِبادِ فَيَرَى سَبِيلَهُ إِمَّا إلَى الجنّةِ وإِمَّا إلَى النَّارِ

Manası: Altın ve gümüş sahibi olup ta bunların zekâtını vermeyene, cehennem ateşinde ısıtılan, ateşten safihalar (plakalar) hazırlanır ve bunlarla yanları, alnı ve sırtı yakılır. O safihalar soğudukça tekrar ısıtılır. Bütün bunlar 50000 sene kadar süren günde (kıyamet gününde) gerçekleşir ta ki kulların hesaba çekilmesi sona erene kadar. Sonra kişi gideceği yolu görür – ya cennete ya da cehenneme.
Sonra dendi ki: “Ey Allâh’ın Rasûlü, peki ya deve sahipleri?” Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

وَلا صاحِبُ إِبِلٍ لا يُؤَدِّي منهَا حَقَّهَا إِلَّا إِذَا كانَ يَوْمُ القِيَامَةِ بُطِحَ لَهَا بِقَاعٍ قَرْقَرٍ أَوْفَرَ مَا كَانَتْ لا يَفْقِدُ مِنْهَا فَصِيلًا واحِدًا تَطَؤُهُ بِأَخْفَافِها وتَعَضُّهُ بِأَفْوَاهِهَا كُلَّمَا مَرَّ عليهِ أُولاهَا رُدَّ عليهِ أُخْرَاهَا في يَومٍ كانَ مِقْدَارُهُ خَمسينَ ألفَ سنةٍ حتَّى يُقْضَى بينَ العِبَادِ فَيَرَى سَبِيلَهُ إِمَّا إلَى الجَنِّةِ وَإِمَّا إلَى النَّارِ

Manasi: Deve sahibi olup ta zekâtını vermeyen, uzak bir yere atılır. Zekâtlarını vermediği tüm develer yavruları ile birlikte o kişiyi toynaklarıyla ezer ve onu ısırırlar. Bütün bunlar 50000 sene kadar süren günde gerçekleşir ta ki kulların hesaba çekilmesi sona erene kadar. Sonra kişi gideceği yolu görür – ya cennete ya da cehenneme.
Sonra dendi ki: Ey Allâh’ın Rasûlü, ya sığır ve davar sahipleri?” Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

وَلا صَاحِبُ بَقَرٍ وَلا غَنَمٍ لا يُؤَدِّي منهَا حَقَّها إِلَّا إِذَا كانَ يَوْمُ القِيامةِ بُطِحَ لهَا بِقَاعٍ قَرْقَرٍ لا يَفْقِدُ منهَا شَيْئًا ليسَ فيهَا عَقْصَاءُ وَلا جَلْحَاءُ ولا عَضْبَاءُ تنطَحُهُ بِقُرونِها وَتَطَؤُهُ بِأَظْلافِهَا كُلَّمَا مَرَّ عليهِ أُولاهَا رُدَّ عليهِ أُخْرَاهَا في يَومٍ كانَ مِقْدَارُهُ خَمسينَ ألفَ سنَةٍ حتَّى يُقْضَى بينَ العِبادِ فَيَرَى سبيلَهُ إِمَّا إلَى الجنَّةِ وإِمَّا إلَى النَّارِ اهـ

Manasi: Sığır ve davar sahibi olup ta zekâtını vermeyen, uzak bir yere atılır. Zekâtlarını vermediği tüm sığırlar ve davarlar onu boynuzlar ve toynaklarıyla çiğnerler. Bütün bunlar 50000 sene kadar süren günde gerçekleşir ta ki kulların hesaba çekilmesi sona erene kadar. Sonra kisi gidecegi yolu görür – ya cennete ya da cehenneme. (Imam Muslim)
Ey mü’min kardeşlerim; zekât, İslâm’ın en yüce beş emrinden biridir. Zekât vermesi farz olduğu halde zekât vermeyen kişi büyük günaha girer. Allâh Rasûlü ﷺ şöyle buyurmuştur:

لَعَنَ اللهُ ءاكِلَ الرِّبا وَمُوكِلَهُ وَمانِعَ الزَّكاة اهـ

Manası: Allâh, faiz yiyeni, faiz vereni ve zekât vermeyeni lânetlemiştir.
Zekât vermesi kendisine farz olan kişi, zekâtın farziyetine inanıyor ama zekât vermiyorsa küfre girmez, fakat büyük günah işlemiş olur. Dolayısıyla mal sahibinin zekât vermesi farzdır; eğer zekât vermezse büyük bir günaha düşer ve cehennemdeki şiddetli azabı hak etmiş olur. Cehennem ateşinin vasfı hakkında bildirildiğine göre, dünyanın en sıcak ateşi, cehennem ateşinin yetmişte biridir. Cehennem ateşi kırmızı oluncaya kadar bin yıl yakıldı. Sonra beyaz olana kadar bin yıl daha yakıldı, sonra da siyah olana kadar bin yıl daha yakıldı. O, şimdi siyah ve karanlıktır.
Ey Allâh’ın kulları; develerde, sığırlarda ve davarlarda zekât farzdır. Bunlar dışındaki hayvanlarda, ticaret için kullanılmıyorlarsa zekât yoktur. Hurma, kuru üzüm, ve seçenekli hâldeki temel besin maddesi olan buğday, mısır ve nohut gibi tarım ürünlerinde de zekât vardır. Eğer nisaba ulaşılmış ve üzerinden bir sene geçmişse altın ve gümüşte de zekât vardır. Nisap, bir malın zekâtını vermek için ulaşılması gereken en az miktardır. Altının nisabı, takriben 85 gram saf altın ve gümüşün nisabı, takriben 600 gram saf gümüştür. Bu ikisinden % 2,5 miktarda zekât vermek farzdır. Bir kişinin kağıt parası varsa, paranın değeri takriben 600 gram gümüş değerine ulaştığında ve bunun üzerinden bir yıl geçtiğinde de bundan % 2,5 miktarda zekât vermek farzdır.
Ticaret mallarında da zekât farzdır. Eğer birisi ticarete başlarsa, bir yıl geçtikten sonra elindeki malın ve o ticaretten kazandiği malın (ticaret için kullanmak istediği kısmının) değerini ölçer ve bunun % 2,5’ini zekât olarak verir.
Bedenin de zekâtı vardır. Bu, fitre zekâtıdır. Fitre zekâtı, Ramadân ile Şevval ayından bir kısmına erişen her Müslüman’a eğer malı; borcunun, elbisesisinin, meskeninin, bayram gününde ve ardından gelen gecedeki yiyeceğinin ve nafakalarını sağladığı kişilerin yiyeceklerinin üzerindeyse hem kendisi hem de nafakalarını karşıladığı kişiler Müslüman iseler onlardan her biri için farzdır.
Zekâtı verilmesi farz olan bu eşyaların zekâtını, verilmesi farz olan vakitten özürsüz olarak geciktirmek büyük günahtır. Zekât verilmesi farz olan zamanın, Ramadân ayı olması şart değildir; zira bu, mala göre hesap edilir. Örneğin altının zekâtı, zikrettiğimiz gibi nisab miktarına ulaştıktan sonra üzerinden bir yıl geçince verilmelidir. Hurma ve kuru üzümün zekâtını ise, olgunlaşmaya başlamalarıyla vermek farzdır, yani bir yılın geçmesi şart değildir.
Bazı yanlış iddialar ortaya atarak Ramadân ayında insanların cebinden helal olmayacak şekilde mal alan insanlar var. Bu yanlış iddialardan bir tanesi; ticaret amacıyla kullanılmayan ev, araba, dükkan ve depo gibi malını kiraya veren kişinin bunlar için zekât vermesinin farz olduğunu söylemeleridir. Mal sahibine Ramadân ayının hayır ve iyilik etme ayı olduğunu ve bu yüzden sadaka vermesi söylenebilir; fakat ona bunlar için zekât vermesinin farz olduğu söylenmez. Zekât malını toplayan ilimsiz kişilerin kendilerince verdikleri fetvalar dikkate alınmaz; zira onlar insanların mallarını elde etmek için bu malların veya üretim için kullanılan makinelerin ve kişinin sahip olduğu dükkanın zekâtı olduğunu söylüyorlar. Onların bu söyledikleri doğru değildir; çünkü zekât ancak kendisi ile ticaret yapılan mallar için verilir; kendisi ile ticaret yapılmayan binalar için değil. Dolayısıyla böyle binalar için zekât vermek farz değildir ve bu binalar için zekât vermek farzdır diyerek bir şey verilirse, Allâh’ın farz kılmadığı bir şeyi farz farz kılmış olur ve malını yanlış yerde vermiş olur. Doğru olanı; malını, farz zekâtı vermek diye değil de, Allâh yolunda harcamak niyeti ile vermelidir.
Mü’min kardeşim; bil ki zekât, sadece Kur’ân-ı Kerîm’de zikrolunan belirli sekiz sınıf kişilere verilir. Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِّنَ اللهِ وَاللهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ﴾

Et-Tevbeh suresi, 60. ayet
Bu âyet-i kerîmede kendilerine zekât verilebilecek kişiler bildirilmektedir. Onlardan bazıları şunlardır: Fakirler, miskinler, zekât için çalışanlar, muellefeti kulûb, borçlarını ödemekten aciz olan borçlular, gitmek istedikleri yere varmak için yeterli mala sahip olmayan yolda kalmış yolcular.
Üzerine zekât farz olan kişi kimlere zekât verilebileceğini öğrenmeli ki zekât malını verilmesi caiz olmayan bir kişiye vermesin. Yoksa kıyamet günü geldiğinde verilmesi gereken zekât malı, zimmetinde kalır. Zikredilen ayet, zekâtın her türlü hayırlı işler için verilebileceği manasına gelmez. Dolayısıyla insan, zekât malını; mezarlıkların duvarı veya bir caminin, köprünün, okulun –dinî dersler verilmesi için olsa dahi– inşasına veya bir kitabın basılmasına ve benzeri şeylere verirse gereken yerlerde vermemiş olur ve bu, geçerli değildir.
Ey Allâh’ın kulları, Allâh’ın size verdiği mallarda Allâh’a karşı takvalı olun ve bilin ki sizler kıyamet gününde mesulsünüz. O gün için hazırlanın!
Sizler ve kendim için Allâh’a istiğfar ederim.
İkinci Hutbe
Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’eﷺ ve diğer peygamberlere olsun. Allâh müminlerin vâlidelerinden, âl’den ve raşit halifeler Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamları Ebû Ḥanîfe, Mâlik, eş-Şafiî ve Ahmet ve sâlih evliyalardan razı olsun.
Sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.
Şunu da bilin ki Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun peygamberine ﷺ salât ve selâm getirmek ile emretmiştir.

اللهُمَّ صَلِّ على سيّدِنا محمَّدٍ وعلَى ءالِ سَيِّدِنا محمدٍ كما صلَّيتَ على سيدِنا إبراهيمَ وعلى ءالِ سيِّدِنا إبراهيمَ وبَارِكْ عَلَى سيدِنا محمَّدٍ وعلَى ءالِ سيدِنا محمدٍ كمَا باركتَ على سيدِنا إبراهيمَ وعلَى ءالِ سيدِنا إبراهيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مجيدٌ

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿يا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُـوا رَبَّكُـمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ (1)يَوْمَ تَرَوْنَها تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وتَرَى النَّاسَ سُكارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلكنَّ عَذَابَ اللهِ شَدِيدٌ(2) ﴾

El-Hacc suresi, 1. ve 2. ayet
Manası: “Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. (1) Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları adeta sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir! (2)”
Dua:
Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul et. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Âmin.
Kâmet getir!