MUHACİRLER VE ENSARLILARIN FAZİLETİ

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekânı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nuru Muḥammed ﷺ O’nun Rasûlü ve en sevgili kuludur. O ﷺ, risaleti tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmete nasihatta bulunmuştur. Allâh, onu diğer peygamberleri mükâfatlandırdığı şeylerden daha fazlası ile mükâfatlandırsın. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve diğer peygamberlere olsun.

Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kadîr olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim. Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿وَالسَّابقُونَ الأَوَّلونَ مِنَ الْمُهاجِرينَ والأَنصارِ والَّذِينَ اتَّبعُوهُمْ بِإِحسانٍ رَضِيَ اللهُ عنهُمْ وَرَضُوا عَنهُ

Manası: İslâm’ı ilk önce kabul eden muhacirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan (Allâh’tan) razı olmuşlardır.

Said İbn-i Zeyd, Rasûlullâh’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

أبو بكرٍ في الجنةِ وعُمَرُ في الجنَّةِ وَعُثْمانُ في الجنَّةِ وعليٌّ في الجنةِ وطلحَةُ بنُ عُبَيْدِ اللهِ في الجنةِ والزُّبَيْرُ بنُ العَوَّامِ في الجنةِ وأبو عُبَيْدَةَ عامِرُ بنُ الجرَّاحِ في الجنَّةِ وسعدُ بنُ أبي وَقَّاص في الجنةِ وَسعيدُ بنُ زيدٍ في الجنةِ وعبدُ الرحمنِ بنُ عوفٍ في الجنةِ

Manası: Ebu Bekir cennete girecek, Ömer cennete girecek, Osman cennete girecek, Ali cennete girecek, Talha İbn-u Ubeydillâh cennete girecek, Ez-Zubeyr İbnu’l ‘Avvâm cennete girecek, Ebu Ubeyde Âmir İbnu’l Cerrâh cennete girecek, Sa’d İbnu Ebi Vakkâs cennete girecek, Said İbnu Zeyd cennete girecek ve Abdurraḥmân İbun Avf cennete girecek. (İbn-u Hibban “Sahih”inde)

Bu hadis, içinde zikredilen bu on kişinin, muhacirlerin ilklerinin en hayırlıları olduğuna bir delildir. Onlar, Rasûlullâh en hayırlı sahabeleridir çünkü Rasûlullâh tek bir oturumunda bu on kişiyi sayıp onların cennet ehlinden olduklarını haber etmiştir. Onlardan sonra muhacirlerin ilklerinden olan çok sayıda sahabe gelir. Onların hepsi, Allâh‘ın razı olduğu kişilerdendir. Allâh onların hepsinden razı olmuştur, onlar da Allâh’tan razı olmuşlardır. Allâh, Kur’ân’da her kim hakkında ondan razı olduğunu bildirdiyse, gazabı asla o kişinin üzerine olmayacaktır. Allâh her kimden razı olduysa o kişi, Allâh’ın gazabına uğramayacak, cehennemde azap görmeyecektir. Öyleyse, onların herhangi biri hakkında suizanda bulunup, Rasûlullâh’ın vefatından sonra Allâh’ın gazabına maruz kalacağına, cehennemde azap göreceğini itikat eden, Kur’ân’a zıt düşmüş olur. Allâh-u Teâlâ gaybı bilendir. Allâh, geçmişi de geleceği de bilir. Şayet Allâh‘ın bildirdiği bu kişiler, cehennem azabını görecek olsalardı Allâh Kur’ân-ı Kerîm‘de onlardan razı olduğunu bildirmezdi. Onların cehennem azabını hakeder vaziyette olmayacaklarını Allâh biliyordu. İlk muhacirlerin hepsi, Allâh’ın evliya kullarıdır. Kim buna inanmışsa ne mutlu ona. Lakin kim onlar hakkında, Rasûlullâh’ın vefatından sonra cehennemlik olduklarını söylerse, o melundur ve yüksek derecelerden uzaktır.

Muhacirler: Allâh ve Rasûlullâh sevgisinden dolayı Medineye hicret etmiş Mekkelilerdir. Onlar Mekkeyi terkedip diyar-ı hicrete gitmişlerdir çünkü Rasûlullâh’ın hicretinden sonraki ilk dönem Medineye hicret etmek, buna gücü yetene farzdı. Allâh’ın emrini yerine getirmek için Mekkeden Medineye hicret etmiş bu on kişi ise muhacirlerin ilklerindendirler. Allâh, onları Kur’ân’da övmüştür. Ammâr İbn-u Yâsir, Bilal İbn-u Rabâh, Ebu Zerr El-Ğifari ve başka birçok insan muhacirlerdendir. Bunların hepsi, Allâh’ın övdüğü kişilerdendir ve Allâh, onlardan razı olduğunu onların da Allâh’tan razı olduklarını bildirmiştir.

Ensarlılar ise, Medine ehlindenlerdi, Rasûlullâh’a iman edip İslam dinini yaymış ve ensarlılar diye adlandırılmışlardır. El-Ensâr ismi, İslami isim olup daha öncesinden olmayan bir isimdir. Medine ehlinin çoğu iki kabiledendi: Evs ve Hazrec kabileleri. Onlara Evsliler ve Hazrecliler denirdi. Lakin Rasûlullâh’a yardım ettiklerinde, peygamber efendimiz onlara artık El-Ensâr diye isimlendirmiştir. Ensarlılar da bu ümmetten ilk Müslüman olanlardandır.

Onlardan bazı günahlar hasıl olmuş olsa da, Allâh onlardan razı olmuştur. Allâh’ın gazabı asla onların üzerine olmayacaktır çünkü Allâh, geçmişi ve geleceği bilir ve onlardan razı olduğunu bildirmiştir. Onlardan herhangi biri, Rasûlullâh’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefatından sonra kendisine küfrü seçmiş olsaydı Allâh, onlardan razı olduğunu bildirmezdi.

Onların Allâh’tan razı olmalarının manası ise, onların sadık mü’minler olup Allâh’a dosdoğru teslim olduklarıdır. Herkim onları Rasûlullâh’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefatından sonra haktan dönüp Ehl-i Beyt’e ihanet etmekle vasıflandırırsa, Allâh’a ve Rasûlüne karşı asıl hain ve iftiracı, kendisir.

Bütün yaratıkları yaratan Allâh’tır ve O, ezelden insanların hâllerini bilendir ve O, muhacir ve ensarlılardan razı olduğunu bildirmiştir. Bu, onların şüphesiz ki iman ve takva üzerine ölecekleri manasına gelir. Onlar, dünyada ve âhirette yüce insanlardandır. Onlara buğz eden (onlardan nefret eden) ise Kur’ân’a ters düşmektedir. Hiç Allâh‘ın Kelamı üzerine kelam olur mu?! Elbette ki hayır! Mü’min olan, Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen her şeyi tasdik edendir. Kur’ân’ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayanın hâli ise malumdur.

Dahası, Ehl-i Beyt onların yandaşıydı. Ali, Abbâs ve Abbâs’ın on evladı, bunların hepsi üç reşit halifenin arkasında namaz kılmışlardır. Ehl-i Beyten olanların hiçbiri, Ebu Bekir, Ömer ve Osman, bu üç halifenin arkasında namaz kılmaktan burun bükmemiştir. Şayet onları hakikaten sevmeselerdi onların arkasında namaz kılmazlardı. Buna ziyade, Ehl-i Beytin bu üç halifeyi sadık bir şekilde sevdiklerine dair delillerden biri ise, Ali’nin Ebu Bekir isminde, Ömer isminde, Büyük Osman ve Küçük Osman diye isimlendirdiği oğullarının olmasıdır. Ali’nin oğlu Hüseyin de bir oğlunu Ebu Bekir diye adlandırmıştır. O oğlu ise kendisiyle birlikte Kerbelada katledilmiştir. Onlar Ebu Bekir’i sevmeselerdi, çocuklarını Ebu Bekir diye adlandırırlar mıydı hiç?!

Sonra Ali, Ömer İbnu’l Hattâb‘ın hilafet döneminde Fatıma’nın kızı ve Hasan ve Hüseyin‘in bacısı Ummu Kelsûm’u onunla evlendirmiştir ki Fatıma’nın nesebinden bereketlensin. Ummu Kelsûm ondan gebe kalıp Zeyd isimli bir çocuk doğurmuştur. Ona Ömer oğlu Zeyd denirdi. Ömer’in (radiyallâhu anhu) vefatından sonra Zeyd ve annesi aynı anda vefat etmiş ve üzerlerine aynı anda – oğul öne, annesi arkasında konup – cenaze namazı kılınmıştır. Şayet Ali’nin içinde Ömer‘e karşı bir öfke olsaydı, kızını onunla evlendirmezdi. Bütün bunlar, Ali’nin Ömer’e ve Ebu Bekir’e duyduğu sevginin doğruluğuna delil olarak yetmez mi?!

Kuşkusuz her kim sahabelerin hâllerine doğru bir şekilde bakarsa, şüphesiz ve kesin bir şekilde bilir ki Ehl-i Beyt, Ehl-i Sünneti seviyor ve Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in akidesi üzerindeydi. Elh-i Beytin üç reşit halifeye olan sevgilerinin doğruluğuna delil olarak şu da zikredilebilir: Esma Bint Umeys isimli bir kadın, sahabe kadınlardandı. O Cafer Et-Tayyâr’ın eşi idi ve ondan olan çocuğunu Muhammed diye adlandırdı. Cafer katledildikten sonra Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu Ebu Bekir‘le evlendirdi. Esma‘nın ondan da bir çocuğu oldu ve onu da Muhammed diye adlandırdı. Ebu Bekir (radiyallâhu anhu) vefat ettikten sonra Ali (radiyallâhu anhu) onunla evlendi. Eş-Şebi‘nin rivayet ettiğine göre, Esma‘nın oğulları Muhammed İbn-u Cafer ve Muhammed İbn-u Ebi Bekir (radiyallâhu anhu) Ali’nin önünde “Benim babam senin babandan daha cömertti.“ dediler. Ali ise Esmaya “Sen aralarında hakimlik yap.“ dedi. Esma şöyle cevap verdi: “Cafer‘den cömert genç, Ebu Bekir‘den cömert ihtiyar görmedim.“ Bunun üzerine Ali (radiyallâhu anhu) şöyle buyurdu: “Bize ne bıraktın?“ dedi. Ebu Bekir’in vefatından sonra bile Ali’nin (radiyallâhu anhumâ) ona karşı olan sadakatına bir bakın. Vefatından sonra bile böyleydiyse, hayattayken nasılmıştır.?

Bu hadise, Ali’nin Ebu Bekir’i (radiyallâhu anhu) sevdiğine ve bu sevgisinde ikiyüzlülük ve riyanın olmadığına işaret eder. Çünkü böyle olmasaydı Esma “Ebu Bekir‘den cömert ihtiyar görmedim.“ dediğinde Ali buna kızardı. Lakin o, kızmayıp “Bize ne bıraktın?“ dedi.

İnsan, kalbinde üç halifeden herhangi birine karşı nefret bulundurduğu müddetçe, hangi hayırlı amelleri yaparsa yapsın Allâh-u Teâlâ katında takva sahibi insanlardan olamaz. Öyle birisi Allâh’ın razı olduğu insanlardan olamaz ve en hayırlı kişilerden olamaz hatta onlara yakın bile olamaz.

Ey Allâh’ım, bizleri bu ümmetten ilk Müslümanlar olan muhacirler ve ensarlılara karşı olan sevgimizde sabit eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi.

İkinci Hutbe

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ﷺ ve diğer peygamberlere olsun. Allâh mü’minlerin vâlidelerinden, Âl’den ve raşit halifeler Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamları Ebu Hanife, Malik, Eş-Şafii ve Ahmed ve evliyalardan ve salihlerden razı olsun.

Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı ve Rasûlünün yolundan gitmeyi tavsiye ederim.

Müslüman kardeşlerim! Şunu da bilin ki, Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun peygamberine ﷺ salât ve selâm getirmeyi emretmiştir.

Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’in ve İbrâhîm’in Âl’inin mertebelerini yücelttiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’in ve Muḥammed’in Âl’inin mertebelerini yücelt. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.

Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in Âl’ine bereket verdiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’e ve Muḥammed’in Âl’ine bereket ver. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.

Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿يا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُـوا رَبَّكُـمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ  (1)يَوْمَ تَرَوْنَها تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وتَرَى النَّاسَ سُكارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلكنَّ عَذَابَ اللهِ شَدِيدٌ(2)

Manası: Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları adeta sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir! (El-Ḥacc suresi, 1. ve 2. ayetler)

Dua:

Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul eyle. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Âmîn.

Kâmet getir!