ALLÂH’IN VERDİĞİ ZAHİRİ VE BATİNİ NİMETLER

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. O’nun zıddı ve dengi yoktur. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekânı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nuru Muḥammed ﷺ O’nun Rasûlü ve en sevgili kuludur. O ﷺ, risaleti tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmete nasihatta bulunmuştur. Allâh, onu diğer peygamberleri mükâfatlandırdığı şeylerden daha fazlası ile mükâfatlandırsın. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve diğer peygamberlere olsun.

Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı ve Rasûlünün yolundan gitmeyi tavsiye ederim. Kur’ân-ı Kerîm’e ve Rasûlullâh’ın ﷺ sünnetine uygun bir şekilde amel edin.

Allâh-u Teâlâ yüce Kur’ân’da şöyle buyuruyor:

﴿وَإِن تَعُدُّواْ نِعمَةَ ٱللَّهِ لَا تُحصُوهَا إِنَّ ٱللَّهَ لَغَفُور رَّحِيم﴾

Manası: Allâh size o kadar nimetler verdi ki, onları sayamazsınız. Muhakkak Allâh günahları bağışlayandır ve Raḥîm’dir. (En-Neḥl suresi, 18. ayet)

Din kardeşlerim; bize yakışan, Allâh’ın bize vermiş olduğu, sayısını Kendisinden hariç kimsenin bilmediği nimetler için şükretmektir. Bu nimetler ise iki kısma ayrılır; zahiri ve batini. Allâh-u TeâKur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

﴿وَأَسبَغَ عَلَيكُم نِعَمَهُۥ ظَٰهِرَة وَبَاطِنَة﴾

Manası: Allâh, sizlere zahiri ve batini nimetler vermiştir. (Lukmân suresi, 20. ayet)

İlim ehlinden olanların bazıları, bu ayetin tefsirinde zahiri nimetler hakkında, mal, makam, güzellik ve taatlerde muvaffak olmaları gibi insanlarda gözle görülen nimetler olduğunu söylemişlerdir. Batini nimetlerin ise, insanın kendisinde farkettiği, Allâh’ın varlığına inanıyor olması ve Allâh’ın, kulunu çeşitli belalardan koruması gibi nimetler olduğunu söylemişlerdir. Sıhhat, zürriyet, mal, makam, nehirler (ırmaklar), yağmur, ekinler, (koyun, deve, sığır gibi) hayvanlar, soğuk su ve daha nice nimetler, zahiri nimetlerdendir. Din kardeşlerim; mükellefe farz olan, bu nimetlere için şükretmektir ki bu şükür, Allâh’ın verdiği nimetleri günahlarda kullanmamak ve o nimetlerle Allâh’a ve Rasûlüne karşı küfre düşmemekle olur. Bu şekilde şükreden, Rabb’ine şükreden bir kuldur. Her kim diliyle Allâh’a bin defa şükretse bile, Allâh’ın verdiği nimeti bir günahta kullanırsa, işte o farz olan şükrü yerine getirmiş olmaz. Bilin ki bizler, kıyamet gününde sorguya çekileceğiz. Ebu Berzeh El-Eslemi’den rivayet edildiğine göre Rasûlullâh ﷺ şöyle buyurmuştur:

لا تَزُولُ قَدَمَا عبدٍ يومَ القِيامَةِ حتَّى يُسْأَلَ عَنْ عُمُرِهِ فيمَ أَفْنَاهُ وعَنْ عِلْمِهِ فيمَ فعلَ وعَنْ مالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيمَ أَنْفَقَهُ وعَنْ جِسْمِهِ فِيمَ أَبْلَاه اهـ

Manası: Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden elde edip nerede harcadığından ve bedenini ne için kullandığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz. (Tirmizi “Sunen”inde rivayet edip sahihtir demiştir)

Ebu Hureyre’den ise Rasûlullâh’ın ﷺ şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

أَوَّلُ مَا يُحاسَبُ بهِ العبدُ يومَ القيامةِ أَنْ يُقَالَ لَهُ أَلَمْ أصِحَّ جِسْمَكَ، وَأَرْوِكَ منَ الماءِ البارِدِ

Manası: Kul, kıyamet gününde hesaba çekildiği ona şöyle denecek ‘Sana sağlıklı bir beden ve serin olan su verilmedi mi?!’ (El-Hakim “Mustedrak”ta rivayet edip sahihtir demiştir)

Müslüman kardeşim; kendini hesaba çek ve sana verilen nimetlerden ötürü farz olan şükrü yerine getirip getirmediğine bir bak.

Din kardeşlerim; başka hiç bir nimetle kıyas edilemeyecek olan Allâh’a iman etme nimeti ve buna bağlı olan, Allâh’a teslim olmak, salihleri sevmek, din ilmini yüceltmek ve benzeri nimetler, batini nimetlerdendir. Allâh’a ve Rasûlüne iman, Müslümanın sermayesi olup bir insana verilmiş olan en yüce nimettir. Kime dünya (malı) verilip iman verilmemişse, ona hiçbir şey verilmemiş gibidir. Kime iman verilip dünya (malı) verilmemişse işte o, sanki kendisinden hiçbir şey menedilmemiş gibidir. Abdullâh İbn-i Mesud’dan Rasûlullâh’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

إنَّ اللهَ عزَّ وجلَّ يُعْطِي الدُّنيا مَنْ يُحِبُّ ومن لا يُحِبُّ ولا يُعْطِي الدِّينَ إِلّا لِمَنْ أَحَبَّ اهـ

Manası: Şüphesiz ki Allâh Azze ve Celle, dünyayı sevdiğine de verir sevmediğine de. İmanı ise ancak sevdiğine verir. (Ahmed “Musned”inde)

Kişinin azalarında beliren farzları eda edip haramlardan sakınmak ve nafile ibadetleri arttırmak gibi, imanın sebebiyetiyle hasıl olan nimetler de vardır. Yani iman nimeti batini bir nimettir lakin eseri, organ ve azalara yansır. Salih amellerin kabul olması için iman şarttır. Ayşe’nin (radiyellâhu anhâ) şöyle söylediği rivayet edilir: “Dedim ki ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, İbn-i Cudan cahiliye döneminde yaşıyordu ve sıla-i rahimde bulunur ve miskinlere yedirirdi. Bu ona bir fayda verir mi?’ Dedi ki:

لاَ يَنْفَعُهُ إِنَّهُ لَمْ يَقُلْ يَوْمًا رَبّ اغْفِرْ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدّينِ اهـ

Manası: Bu ona fayda vermez çünkü o, iman üzerinde değilde. (Muslim “Sahih”inde)

İbn-i Cudan, Allâh-u Teâlâ’yı hakkıyla bilmiş değildi ve ölümden sonra dirilişe inanmıyordu. Her kim gayrimüslim olarak ölürse, kıyamet gününde hiçbir sevabı olmaz, çünkü o Allâh’ı bilmemiş ve O’na iman etmemiştir. Allâh’ın verdiği nimetler için farz olan şükrü yerine getirmeyen ve büyük günahkâr olarak ölen Müslüman ise, Allâh’ın meşieti (dilemesi) altındadır. Allâh, dilerse onu azaplandırır, dilerse affeder. Allâh’ın emirlerine uyup da farzları eda eden, haramlardan sakınan ve Allâh’ın verdiği nimetleri Rabb’ine itaatkârlıkta kullanan kişi ise, Allâh’ın verdiği zahiri ve batini nimetler için şükretmekte muvaffak olan kişidir. O kişi, bütün bunların karşılığında asla fani olmayacak, yok olmayacak cennet ile mükâfatlandırılır. Allâh-u TeâKur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

﴿إِنَّ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ أُوْلَٰئِكَ هُم خَيرُ ٱلبَرِيَّةِ ٧ جَزَاؤُهُم عِندَ رَبِّهِم جَنَّٰتُ عَدن تَجرِي مِن تَحتِهَا ٱلأَنهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَا أَبَدا رَّضِيَ ٱللَّهُ عَنهُم وَرَضُواْ عَنهُ ذَٰلِكَ لِمَن خَشِيَ رَبَّهُۥ ٨﴾

Manası: Allâh’a ve Rasûlüne iman edip, farzları eda eden ve haramlardan sakınanlar, mahlukatın en efdallarıdır. İçerisinde ırmaklar akan cennette ebediyyen kalacaklardır. Allâh onlardan razıdır onlar da Allâh’tan razıdırlar. (El-Beyyineh suresi 7. – 8. ayetler)

Onlar, en mutlu insanlardır çünkü Allâh, onlardan razıdır onlar da Allâh’tan razıdırlar. Allâh’ın razı olması ise, Allâh’ın bir sıfatıdır ve bizim razı olmamıza benzemez. Allâh’ın razı olmasının manası, mükâfatlandırmayı dilemiş olmasıdır. Kulların Allâh’tan razı olmaları ise, O’na iman etmeleri, O’nun takdir ettiğine boyun eğmeleri, O’na güvenmeleri ve başlarına gelen hiçbir şeyde Allâh’a itiraz etmemeleridir. Onlar, farzları eda etmekte ve haramlardan sakınmakta sabırlı olup nefislerini, Allâh’ın verdiği nimeti haramda kullanmaktan alıkoyarlar. Ayrıca, başlarına gelen belalara sabreder ve Allâh’ın rızasını kazanırlar. Ne mutlu onlara. Ne mutlu onlara.

Allâh’ım, bizlere hayırlı son ve cennete girmemizi nasip et ve bizleri cehennemden koru ve bizi razı olduğun kullarından eyle.

Sizler ve kendim için Allâh’a istiğfar ederim.

İkinci Hutbe

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ﷺ ve diğer peygamberlere olsun. Allâh mü’minlerin vâlidelerinden, Âl’den ve raşit halifeler Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamları Ebu Hanife, Malik, Eş-Şafii ve Ahmed ve evliyalardan ve salihlerden razı olsun.

Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı ve Rasûlünün yolundan gitmeyi tavsiye ederim. Allâh’tan, kalbimizden nifakı uzak tutmasını ve verdiği zahiri ve batini nimetleri bize muhafaza etmesini dileyin.

Din kardeşlerim; bilin ki her kim Allâh’ın verdiği nimetler için farz olan şükrü yerine getirirse, cennete girecektir. Ayrıca bilin ki, cennet ehlinin hepsi aynı derecede değillerdir. Cennette peygamberler, evliyalar, müttakiler vardır. Günahkâr olan Müslümanlar da cennete gireceklerdir. Onlardan bazıları bir müddet azap görse dahi, sonuçta onlar da cennete gireceklerdir. Cennet nimetleri derece derecedir. Herkes kendi hâline göre mükâfatlandırılacaktır. Cennette genel mükâfatlar vardır; örneğin cennet ehli, nimetler içerisinde olacak ve asla hoşlarına gitmeyecek şeyler olmayacak, cennette sonsuz yaşayıp asla ölmeyecekler, sağlıklı olacaklar ve asla hastalanmayacaklar, genç olacaklar ve asla yaşlanmayacaklar. Müslümanlar için cennette dört çeşit nehir olacaktır; asla ekşimeyen sütten, asla bozulmayan sudan, sarhoş etmeyen ve baş ağrısına yol açmayan şaraptan ve halis baldan oluşan nehirler. Cennette, salih kullara mahsus olan nimetler de vardır ki salih kullar, bütün farzları eda edip bütün haramlardan sakınanlardır. Ebu Hureyreden rivayet edilen bir Kudsi hadis’te Rasûlullâh, Allâh’ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:

أَعْدَدْتُ لِعِبَادِي الصالحينَ مَا لَا عَيْنٌ رَأَتْ وَلا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلَا خَطَرَ علَى قَلْبِ بَشَر اهـ

Manası: Allâh, salih kullarına hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hayal edemeyeceği nimetler hazırlamıştır. (Buhari “Sahih”inde)

Ve Ebu Hureyre şöyle buyurmuştur: Dilerseniz şu ayeti okuyun:

﴿فَلَا تَعلَمُ نَفس مَّا أُخفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعيُن جَزَاءَ بِمَا كَانُواْ يَعمَلُونَ ١٧﴾

Manası: Allâh, mü’minlere gizli kalan nimetler hazırlamıstır. Bunlar ise, yapmış oldukları iyi ameller karşılığında elde edecekleri ve onları sevindirecek olan mükâfatlardır. (Es-Secdeh suresi, 17. ayet)

Müslüman kardeşlerim! Şunu da bilin ki, Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun peygamberine ﷺ salât ve selâm getirmeyi emretmiştir.

Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’in ve İbrâhîm’in Âl’inin mertebelerini yücelttiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’in ve Muḥammed’in Âl’inin mertebelerini yücelt. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.

Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in Âl’ine bereket verdiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’e ve Muḥammed’in Âl’ine bereket ver. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.

Allâh-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿يا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُـوا رَبَّكُـمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ (1)يَوْمَ تَرَوْنَها تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وتَرَى النَّاسَ سُكارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلكنَّ عَذَابَ اللهِ شَدِيدٌ(2)

Manası: Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları adeta sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir! (El-Ḥacc suresi, 1. ve 2. ayetler)

Dua:

Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul eyle. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Âmîn.

Kâmet getir!