Efendimiz Îaleyhisselâm’ın Doğumu

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekânı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nuru Muḥammed ﷺ O’nun Rasûlü ve en sevgili kuludur. O ﷺ, risaleti tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmete nasihatta bulunmuştur. Allâh, onu diğer peygamberleri mükâfatlandırdığı şeylerden daha fazlası ile mükâfatlandırsın. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve diğer peygamberlere olsun.

Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim. Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿إِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ (45) وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ الصَّالِحِينَ (46)

Manası: Melek (Meryem’e) “Ey Meryem! Allâh seni bir oğul ile müjdeliyor. İsmi, Meryem’in oğlu Îsâ El-Mesîḥ’dir. Dünyada da ahirette de şanı yücedir ve Allâh’ın sevdiği kullarındandır. Ve insanlarla bebekken de, yetişkinken de konuşacaktır. Ve o, salihlerdendir.” (Âl-i İmrân suresi, 45. ve 46. ayetler)

Mü’min kardeşlerim; bugün Ulu’l Azm’dan olan yüce peygamber Îaleyhisselâm hakkında konuşmak, bizlere mutluluk veriyor. Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği üzere Allâh-u Teâlâ, efendimiz Îsâ’yı (aleyhisselâm) babasız yaratmıştır. Bu Allâh için zor değildir. Nitekim Allâh, Âdem’i (aleyhisselâm) hem babasız hem de anasız yaratmıştır.

Allâh-u TeâKur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

﴿إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (59)

Manası: Şüphesiz ki Allâh katında (yaratılışları bakımından) Îsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Allâh Âdem’i (annesiz babasız) topraktan yarattı. Îsâ’yı da babasız yaratması Allâh için zor değildir. (Âl-i İmrân suresi, 59.ayet)

Sevgili kardeşlerim; Efendimiz Îsâ’nın (aleyhisselâm) annesi, dünyadaki kadınların en faziletlisi olan ve Allâh-u Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de kendisini sıddîka olarak vasıflandırdığı Meryem’dir (aleyhesselâm). Meryem (aleyhesselâm); tahir, iffetli ve takvalı olarak yetişmiştir. O, farzları eda eder, haramlardan sakınır ve çokca nafile ibadetler yapardı. Melek ona, Allâh’ın onu kadınlar arasında seçkin kılıp alçaklıklardan ve rezaletlerden koruduğunu bildirmiştir.

Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿وَإِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاءِ الْعَالَمِينَ (42)

Manası: Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Şüphe yok ki, Allâh-u Teâlâ seni seçkin, tertemiz ve kadınların en üstünü kıldı. (Âl-i İmrân suresi, 42. ayet)

Mü’min kardeşlerim; melekler ne erkektirler, ne de kadın. Onlar Allâh’ın nurdan yarattığı mükerrem kullardır; ancak onlar cinsel organı olmaksızın erkek şeklini alabilirler. Günün birinde Allâh, efendimiz Cebrâîl‘i (aleyhisselâm) beyaz yüzlü bir genç şeklinde Meryem’e (aleyhesselâm) gönderdi. Meryem (aleyhesselâm) efendimiz Cebrâîl’i (aleyhisselâm) beyaz yüzlü bir genç şeklinde gördüğünde tanıyamadı ve ürktü. Başına bir şey gelmesinden korkup telaşa kapılarak onun kendisine zarar vermek için gelmiş bir insan olduğunu düşündü. Bunun üzerine Allâh-u Teâlâ, Meryem’in Cebrâîl’e şöyle söylediğini bildiriyor:

﴿قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَنِ مِنْكَ إِنْ كُنْتَ تَقِيًّا (18)

Manası: (Meryem) Dedi ki: Muhakkak ben senden Er-Raḥmân’a sığınırım. Eğer muttakî isen (bana kötülük etme). (Meryem suresi, 18. ayet)

Sonra Cebrâîl (aleyhisselâm) ona günahlardan arınık tertemiz erkek bir çocuk bağışlamak için Allâh’ın kendisini gönderdiğini bildirdi. Meryem (mealen) “Benim nasıl bir oğlum olabilir, ki bana hiçbir erkek dokunmadı. Ben zina eden birisi de değilim.” dedi. Onun bu şaşkınlığı karşısında Cebrâîl (aleyhisselâm) ona (mealen) şöyle dedi “Allâh-u Teâlâ’ya, babasız bir çocuk yaratmak kolaydır. Allâh-u Subḥânehû ve Teâlâ, onu insanlar için kudretinin kâmil olduğuna bir alamet ve ona inanıp tabi olanlar ve onu doğrulayanlar için rahmet ve nimet olarak yaratmıştır.” Allâh-u Teâlâ yüce Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

﴿فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا (22) فَأَجَاءَهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا (23) فَنَادَاهَا مِنْ تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا (24) وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا (25) فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا (26)

Manası: Böylece (Meryem) ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla hemen uzak bir yere çekildi. Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacının gövdesine sürükledi ve (Meryem) dedi ki: “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim.” Dağın eteğinden (Cebrâîl) ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabb’in senin altında küçük bir nehir yarattı. Hurma ağacının gövdesini silkele, üzerine taze hurma dökülsün. Artık ye ve iç, ve gözün aydın olsun, insanlardan birini görürsen ‘Ben Allâh`a, konuşmamak için adak adadım. Bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.’ de.” (Meryem suresi, 22. – 26. ayetler)

Mü`min kardeşlerim; Cebrâîl aleyhisselâm Meryem’e dokunmaksızın boyun bölgesine doğru Îsâ’nın (aleyhisselâm) ruhunu üfledi ve ruh Meryem’in (aleyhesselâm) rahmine indi ve Meryem, efendimiz Îsâ`ya hamile kaldı.

Daha sonra kocasız bir çocuk doğurduğunda insanların kendisini ayıplamasından korktuğu için o haliyle uzak bir yere çekildi. Sonra doğum sancısı onu kuru bir hurma ağacının gövdesine tutunup dayanmaya zorladı ve o an insanların eziyetlerinden korktuğu için ölmeyi temenni etti. Bunun üzerine Cebrâîl (aleyhisselâm) dağın eteğinden Meryem’e seslenerek güven verdi. Allâh-u Tebârake ve Teâlâ’nın, Meryem’in bulunduğu yerin altında küçük bir nehir yarattığını ve üzerine taze hurmaların dökülmesi için kuru hurma ağacını silkelemesini bildirdi. Allâh’ın verdiği rızıklardan yemesini, içmesini ve gönlünü ferah tutmasını söyledi. Kendisine çocuğu hakkında soran birisini gördüğünde ise bu konu hakkında hiç kimse ile konuşmayacağına dair Allâh`a konuşmamak için adak adadığını söylemesini istedi. Bu adak geçmiş şeriatlarda geçerli bir adak idi.

Ey Müslüman kardeşlerim; mübarek doğumdan sonra Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği gibi Meryem (aleyhesselâm) efendimiz Îsâ’yı (aleyhisselâm) kucağında taşıyarak kavmine geri geldi. Allâh-u Teâyüce kitabında şöyle buyurmuştur:

﴿فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا (27)

Manası: (Meryem) onu taşıyarak kavminin yanına geldi. Dediler ki: Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın! (Meryem suresi, 27. ayet)

Ona büyük bir kötülük işlediğini söyleyip onun çirkin bir şey yaptığını düşündüler ve onu azarlayıp ona eziyetler ettiler. O ise susuyor, onlara cevap vermiyordu çünkü onlara bu konu hakkında konuşmayacağına dair Allâh’a adak adadığını bildirmişti. Ancak hali iyice zorlaşınca efendimiz Îsâ (aleyhisselâm) ile konuşmaları için ona işaret etti. Onların ise ona ne dediklerini Allâh-u Teâlâ şu kavli ile bizlere bildiriyor:

﴿فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا (29)

Manası: O, (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: Biz henüz beşikte olan bir çocukla nasıl konuşuruz? (Meryem suresi, 29. ayet)

Mü`min kardeşlerim; bunun üzerine kudreti ile her şeye kâdir olan Allâh-u Teâlâ, efendimiz Îsâ’yı (aleyhisselâm) daha süt emen bir bebekken konuşturdu. Kur’ân-ı Kerîm’de efendimiz Îsâ’nın (aleyhisselâm) onlara şöyle söylediği bildirilmektedir:

﴿قال إنِّي عبدُ اللهِ ءاتانيَ الكتـبَ وجعلَني نبيًّا (30) وجعلَني مبارَكًا أينَ ما كنتُ وأوصَاني بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ ما دُمْتُ حَيًّا(31) وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا (32) وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا (33)

(Meryem Sûresi, 30., 31., 32. ve 33. Âyetler)

Manası: (Îsâ) Dedi ki: Şüphesiz ki ben Allâh’ın bir kuluyum. (O) bana kitap verecek, beni bir peygamber ve nerede olursam olayım mübarek kılacak. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekâtı emredecek. Beni anneme itaatkâr kılacak ve beni azgın bir zalim kılmayacak. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde de selâm benim üzerimedir. (Meryem suresi, 30. – 33. ayetler)

İşte efendimiz Îsâ (aleyhisselâm), bebekken böyle konuştu ve El-Vâḥid El-Kahhâr olan Allâh’ın bir kulu olduğunu itiraf ederek söylediği ilk kelime (mealen) şu idi: “Şüphesiz ki ben Allâh’ın bir kuluyum.” Efendimiz Îsâ’nın (mealen) “Ve beni mübarek kıldı.” sözü ise nereye yönelirse yönelsin fayda veren ve hayrı öğreten biri olarak kılındığı anlamına gelir.

Îsâ (aleyhisselâm) güzel bir şekilde yetişti ve Tevrat`ı ezberledi. Kendisine vahiy inene kadar o şeriata göre amel etti. Sonra Ben-i İsrâîl’e hitap etti. Allâh-u Teâlâ yüce kitabında şöyle buyuruyor:

﴿وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ (6)

Manası: Hani Meryem’in oğlu Î dedi ki: “Ey İsrâîloğulları! Şüphe yok ki ben, benden önce gelen Tevrât’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Aḥmed isminde bir peygamberi müjdeleyici olarak sizlere (gönderilen) Allâh’ın Rasûlüyüm”. (Es-Saff suresi, 6. ayet)

Efendimiz Îsâ (aleyhisselâm), diğer peygamberler gibi kavmini İslam’a, tek olan Allâh’a ibadet etmeye ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmamaya çağırdı. Fakat onlardan az bir kısmı hariç diğerleri onu yalanladılar, ona haset ettiler, onun hakkında sihirbaz dediler, ona inanmadılar, eziyet ettiler ve onu öldürmeye çalıştılar, lakin Allâh onu korudu ve Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği gibi onu semaya kaldırdı.

Efendimiz Îsâ (aleyhisselâm) da diğer peygamberler gibi en son peygamber olan efendimiz Muḥammed`in ﷺ geleceğini müjdelemiştir. Kendisine tabi olanlara eğer ona ulaşırlarsa ona tabi olmaları ve yardım etmeleri için nasihatta bulunmuştur. Ebu Said En-Neysâbûrî “Şerafu’l Mustafâ” adlı kitabında rivayet ettiğine göre efendimiz Muḥammed’in ﷺ risaletinin ilk dönemlerinde, Mekke’ye varmak üzere dört kişi Yemen’den yola çıktılar. Onlardan birisinin ismi, Cad bin Kays El-Murâdî idi. Gece olduğunda bir yerde durakladılar. Cad bin Kays’dan hariç hepsi uyudu. Sonra Cad sahibini göremediği bir ses işitti. O sesin sahibi ona şöyle dedi:

أَلا أيُّها الرَّكبُ الْمُعرِّسُ بلّغوا             إذَا مَا وَصَلْتُمْ لِلْحَطِيمِ وَزَمْزَمَا

مُحمًّدًا الْمَبْعُوثَ مِنَّا تَحيَّـةً                  تُشَيِّعُهُ مِنْ حيثُ سَـارَ وَيَمَّمَا

وقولوا لهُ إِنَّا لِدينكَ شِيـعَةٌ                بِذَلِكَ أَوْصَانَا المسيحُ ابنُ مَريمَا

Manası: Ey gece yolcuları, zemzeme ve hatime vardığınızda peygamber olarak gönderilmiş Muḥammed’e bizden selâm söyleyin! Onun gittiği yoldan giderek ona tabi olun! Ve ona deyin ki: Biz onun dinindeniz. Bunu, bize El-Mesîḥ bin Meryem nasihat etti.

Ey sevgili kardeşlerim; işte bu sesin sahibi, efendimiz Îsâ (aleyhisselâm) göğe kaldırılmadan önce onu görmüş, ona iman etmiş ve ondan efendimiz Muḥammed ﷺ geldiğinde ona iman etmeye ve ona tabi olmaya dair olan vasiyetini duymuş mü’min bir cindir. Bu cin, Cad’a Mekke’ye vardıklarında efendimiz Muḥammed’e ﷺ selâmını iletmesini söylemiştir. Mekke’ye vardıklarında Mekke ehline efendimiz Muḥammed’i ﷺ sormuş, onunla biraraya gelmiş ve ona iman edip Müslüman olmuştur. Bu olay, efendimiz Muḥammed’in ﷺ peygamberliğinin ilk dönemlerinde, Arap yarımadasında peygamberliği yayılmadan önce meydana gelmiştir. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve gönderdiği bütün nebiyy ve rasûllere olsun. Bu kıssada da, Îsâ’nın da diğer bütün peygamberler gibi İslam diniyle gönderildiği anlaşılmaktadır. İmâm Buhari, Rasûlullâh’ın şu hadisini rivayet etmiştir:

الأَنبياءُ إِخْوَةٌ لِعَلّات دِينُهم وَاحِدٌ وأُمَّهاتُهُمْ شَتَّى وأَنا أولَى الناسِ بِعيسَى ابنِ مريمَ ليسَ بينِي وبَيْنَهُ نَبِيّ اﻫ

Manası: Peygamberler (babaları bir olup anneleri farklı olan) üvey kardeşler gibidir. Dinleri birdir. Şeriatları farklıdır.

İkinci Hutbe

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ﷺ ve diğer peygamberlere olsun. Allâh mü’minlerin vâlidelerinden, Âl’den ve raşit halifeler Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamları Ebu Hanife, Malik, Eş-Şafii ve Ahmed ve evliyalardan ve salihlerden razı olsun.

Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı ve Rasûlünün yolundan gitmeyi tavsiye ederim.

Bizlere Berlin’de terör saldırısı gerçekleştiğine dair dehşet verici bir haber ulaştı. Berlin’de gerçekleşen bu saldırının amacı vatandaşlar arasında fitne çıkarmak ve Müslümanların adını lekelemek olsa gerek. Bu saldırı, bu ülkedeki güven ortamına ve istikrara karşı düzenlenmiş bir saldırıydı.

Biz, Müslümanlar olarak, terörü şiddetle kınıyoruz. Bu işi yapanların amaçladığı fitneye sürüklenmemeye çağırıyoruz. Ayrıca Müslümanlara karşı, aşırıcılğı destekliyorlarmışcasına muamele edilmemesi gerektiğine dikkat çekiyoruz. Ülkemizi, suçların tüm şekillerine karşı koruma konusunda birbirimize destek olalım. Şunu da bildirmek isteriz ki: Biz, genç nesilleri itidal, hayır, başkası için hayrı dileme ve terörden uyarmaları üzere terbiye etmeye devam ediyoruz. Onları islah ve fayda için ve toplumda ve ülkede yapıcı unsurlar olmalarına yönelik teşvik ediyoruz.

Onlarca senedir Müslümanların yaşadığı ve çocuklarımızın ve torunlarımızın doğduğu bu ülke için hayrı diliyoruz. Toplumu koruma ve Müslümanları ve Müslüman olmayanları hedef almış bu tehlikeli hastalıktan uzak tutma konusunda bize düşen rolümüz vardır. Bu hususta biz, çocuklarımız ve kadınlarımız duyarlı davranmalıdır. Aşırılığın değişik şekillerinden Müslüman topluluğu ve Müslümanların beldeleri nice zulümler görmüş ve görmekte.

Değerli kardeşlerim; Müslümanlar, bu toplumun bir parçası ve Müslümanların evlatları burada çalışıyor ve dinleri, yüce İslam dinidir. İslam dini onları, başkaları için hayrı dilemeyi öğretiyor ve gayrimüslimlere karşı olsa dahi, ihaneti yasaklıyor. Bizim dinimiz ve öğretilerimiz budur. Aşırılık, abartma ve suç işleme, İslam dininden değildir. Öyleyse, kendilerini Müslümanlardan sayan bazı aptalların yaptıklarından dolayı, bütün Müslümanlar suçlanmamalıdırlar.

Muhakkak ki, bir şey yapacağımız zaman akibetini düşünmemiz gerekir. Toplumu korumak için siper almamız gerekir. Ayrıca fitnenin tehlikelerine karşi uyarmamız ve fitne kıvılcımlarını söndürmemiz gerekir. İşte biz eskiden de olduğu gibi şimdi de buna davet ediyoruz çünkü fitnenin başının ortaya çıktığının farkındayız. Şayet bu fitne alev alırsa çok ağır sonuçlar getirebilir. Aynı şekilde, terör ideolojilerine karşı daha etkili olabilmek için daha bilinçli olmaya, halkı, ana babaları, gençleri ve vatandaşları aydınlatmaya da davet ediyoruz. Bu aydınlatma farklı alanlarda ve tüm tabakalarda gereklidir. Bu hususta herkesin, gücü yettiği kadar yardım edip çalışması gerekir.

Allâh’tan, ülkemizi ve Müslümanların ülkelerini teröristlerin amaçladığı şerlerden muhafaza etmesini niyaz ederiz.

Müslüman kardeşlerim! Şunu da bilin ki, Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun peygamberine ﷺ salât ve selâm getirmeyi emretmiştir.

Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’in ve İbrâhîm’in Âl’inin mertebelerini yücelttiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’in ve Muḥammed’in Âl’inin mertebelerini yücelt. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.

Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in Âl’ine bereket verdiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’e ve Muḥammed’in Âl’ine bereket ver. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.

Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿يا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُـوا رَبَّكُـمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ  (1)يَوْمَ تَرَوْنَها تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وتَرَى النَّاسَ سُكارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلكنَّ عَذَابَ اللهِ شَدِيدٌ(2)

Manası: Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları adeta sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir! (El-Ḥacc suresi, 1. ve 2. ayetler)

Dua:

Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul eyle. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Âmîn.

Kâmet getir!