Efendimiz Îsâ aleyhisselâm’ın Doğumu

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekanı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nuru Muḥammed ﷺ O’nun Rasûlü ve en sevgili kuludur. O ﷺ, risaleti tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmete nasihatta bulunmuştur. Allâh, onu diğer peygamberleri mükâfatlandırdığı şeylerden daha fazlası ile mükâfatlandırsın. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve diğer peygamberlere olsun.

Ey Allâh’ın kulları; sizlere ve kendime yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim. Allâh-u Teâlâ yüce kitabında şöyle buyuruyor:

﴿إِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ (45) وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ الصَّالِحِينَ (46)

Bu ayet-i kerimelerde meleğin efendimiz Îsâ’nın annesi olan Meryem’e -mealen- şöyle dediği bildiriliyor: “Ey Meryem! Allâh seni bir oğul ile müjdeliyor. İsmi, Meryem’in oğlu Îsâ El-Mesîḥ’dir. Dünyada da ahirette de şanı yücedir ve Allâhın sevdiği kullarındandır. Ve insanlarla bebekken de, yetişkinken de konuşacaktır. Ve o, salihlerdendir.” (Âl-i İmrân suresi, 45. ve 46. ayetler)

Mü’min kardeşlerim; bugün Ulul Azm’dan olan yüce peygamber Îaleyhisselâm hakkında konuşacak olmamız bizlere mutluluk veriyor. Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği üzere Allâh-u Teâlâ, efendimiz Îaleyhisselâm’ı babasız yaratmıştır.

Allâh-u TeâKur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

﴿إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (59)

Bu ayet-i kerime, Allâh nezdinde Îaleyhisselâm’ın misalinin Âdem aleyhisselâm’ın misali gibi olduğunu ve Allâh’ın Âdem aleyhisselâm’ı topraktan yarattığını bildiriyor. (Âl-i İmrân suresi, 59. ayet)

 

Sevgili kardeşlerim; Efendimiz Îaleyhisselâm’ın annesi, dünyadaki kadınların en faziletlisi olan ve Allâh-u Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de kendisini sıddîka olarak vasıflandırdığı Meryem aleyhesselâm’dır. Meryem aleyhesselâm; tahir, iffetli ve takvalı olarak yetişmiştir. O, farzları eda eder ve çokca nafile ibadetler yapardı. Melek ona, Allâh’ın onu kadınlar arasında seçkin kılıp alçaklıklardan ve rezaletlerden koruduğunu bildirmiştir.

Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿وَإِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاءِ الْعَالَمِينَ (42)

Manası: Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Şüphe yok ki, Allâh-u Teâlâ seni seçti ve seni tertemiz ve kadınların en üstünü kıldı. (Âl-i İmrân suresi, 42. ayet)

Mü’min kardeşlerim; melekler ne erkektir, ne de dişi. Onlar Allâh’ın nurdan yarattığı mükerrem kullardır; ancak onlar cinsel organı olmaksızın erkek şeklini alabilirler. Günün birinde Allâh, efendimiz Cebrâîl aleyhisselâm’ı beyaz yüzlü bir genç suretinde Meryem’e gönderdi. Meryem aleyhesselâm efendimiz Cebrâîl aleyhisselâm’ı beyaz yüzlü bir genç suretinde gördüğünde tanıyamadı ve ürktü. Başına bir şey gelmesinden korkup telaşa kapılarak onun kendisine zarar vermek için gelmiş bir insan olduğunu düşündü. Bunun üzerine Allâh-u Teâlâ, Meryem’in Cebrâîl aleyhisselâm’a şöyle söylediğini bildiriyor:

﴿قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَنِ مِنْكَ إِنْ كُنْتَ تَقِيًّا (18)

Manası: (Meryem) Dedi ki: Muhakkak ben senden Er-Raḥmân’a sığınırım. Eğer muttaki isen (bana kötülük etme). (Meryem suresi, 18. ayet)

Sonra Cebrâîl aleyhisselâm ona, günahlardan arınık tertemiz erkek bir çocuk bağışlamak için Allâh’ın kendisini gönderdiğini bildirdi.

Meryem aleyhesselâm -mealen- ”Benim nasıl bir oğlum olabilir, ki bana hiçbir koca dokunmuş değil. Ben zina eden birisi de değilim.” dedi. Onun bu şaşkınlığı karşısında Cebrâîl aleyhisselâm ona -mealen- “Allâh-u Teâlâ’ya, babasız bir çocuk yaratmak kolaydır. Allâh-u Subḥânehu ve Teâlâ, onu insanlar için kudretinin kâmil olduğuna bir alamet ve ona inanıp tabi olanlar ve onu doğrulayanlar için rahmet ve nimet kılacaktır. Allâh-u Teâlâ yüce Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

﴿فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا (22) فَأَجَاءَهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا (23) فَنَادَاهَا مِنْ تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا (24) وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا (25) فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا (26)

Manası: Böylece (Meryem) ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla hemen uzak bir yere çekildi. Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacının gövdesine sürükledi ve (Meryem) dedi ki: “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim.” Dağın eteğinden (Cebrâîl) ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabb’in senin altında küçük bir nehir yarattı. Hurma ağacının gövdesini silkele, üzerine taze hurma dökülsün. Artık ye ve iç, ve gözün aydın olsun, insanlardan birini görürsen ‘Ben Allâh’a konuşmamak için adak adadım. Bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.’ de.” (Meryem suresi, 22. – 26. ayetler)

Mü’min kardeşlerim; Cebrâîl aleyhisselâm Meryem aleyhesselâm’a dokunmaksızın boyun bölgesine doğru Îaleyhisselâm’ın ruhunu üfledi ve ruh Meryem’in ağzından rahmine indi ve Meryem efendimiz Îsâ’ya hamile kaldı.

Daha sonra kocasız bir çocuk doğurmasından dolayı insanların kendisini ayıplamasından korktuğu için o haliyle uzak bir yere çekildi. Sonra doğum sancısı onu kuru bir hurma ağacının gövdesine tutunup dayanmaya zorladı ve o an insanların eziyetlerinden korktuğu için ölmeyi temenni etti. Bunun üzerine Cebrâîl aleyhisselâm dağın eteğinden Meryem’e seslenerek güven verdi. Allâh-u Tebârake ve Teâlâ’nın, Meryem’in bulunduğu yerin aşagında küçük bir nehir yarattığını ve üzerine taze hurmaların dökülmesi için kuru hurma ağacını silkelemesini bildirdi. Allâh’ın verdiği rızıklardan yemesini içmesini ve gönlünü ferah tutmasını söyledi. Kendisine çocuğu hakkında soran birisini gördüğünde ise bu konu hakkında hiç kimse ile konuşmayacağına dair Allâh’a, konuşmamak için adak adadığını söylemesini istedi. Bu adak geçmiş şeriatlarda geçerli bir adak idi.

Ey Müslüman kardeşlerim; Mübarek doğumdan sonra Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği gibi Meryem aleyhesselâm efendimiz Îaleyhisselâm’ı kucağında taşıyarak kavmine geri geldi. Allâh-u Teâlâ yüce kitabında şöyle buyuruyor:

﴿فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا (27)

Manası: (Meryem) onu taşıyarak kavminin yanına geldi. Dediler ki: Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın! (Meryem suresi, 27. ayet)

Ona büyük bir kötülük işlediğini söyleyip onun çirkin bir şey yaptığını düşündüler ve onu azarlayıp ona eziyetler ettiler. O ise susuyor, onlara cevap vermiyordu; çünkü onlara bu konu hakkında konuşmayacağına dair Allâh’a adak adadığını bildirmişti. Ancak hali iyice zorlaşınca efendimiz Îaleyhisselâm ile konuşmaları için onlara işaret etti. Onların ise ona ne dediklerini Allâh-u Teâlâ şu kavli ile bizlere bildiriyor:

﴿فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا (29)

Manası: O (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: Biz henüz beşikte olan bir çocukla nasıl konuşuruz? (Meryem suresi, 29. ayet)

Mü’min kardeşlerim; bunun üzerine kudreti ile her şeye kâdir olan Allâh-u Teâlâ, efendimiz Îaleyhisselâm’ı daha süt emen bir bebekken konuşturdu. Kur’ân-ı Kerîm’de efendimiz Îaleyhisselâm’ın onlara şöyle söylediği bildirilmektedir:

﴿قال إنِّي عبدُ اللهِ ءاتانيَ الكتـبَ وجعلَني نبيًّا (30) وجعلَني مبارَكًا أينَ ما كنتُ وأوصَاني بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ ما دُمْتُ حَيًّا(31) وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا (32) وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا (33)

Manası: (Îsâ) Dedi ki: Şüphesiz ki ben Allâh’ın bir kuluyum. (O) bana kitap verecek, beni bir peygamber ve nerede olursam olayım mübarek kılacak. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekatı emredecek. Beni anneme itaatkar kılacak ve beni azgın bir zalim kılmayacak. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde de selâm benim üzerimedir. (Meryem suresi, 30. – 33. ayetler)

İşte efendimiz Îaleyhisselâm, bebekken böyle konuştu ve El-Vâḥid El-Kahhâr olan Allâh’ın kulu olduğunu itiraf ederek söylediği ilk kelime -mealen- şu idi: Şüphesiz ki ben Allâh’ın bir kuluyum.” Efendimiz Îaleyhisselâm’ın -mealen- “Ve beni mübarek kıldı.” sözü ise nereye yönelirse yönelsin fayda veren ve hayrı öğreten biri olarak kılındığı anlamına gelir.

Îaleyhisselâm güzel bir şekilde yetişti ve Tevrât’ı ezberledi. Kendisine vahiy inene kadar o hükümlerle amel etti. Kendisine vahiy geldiğinde ise insanlara Kur’ân-ı Kerîm’de bildirileni söyledi. Allâh-u Teâlâ yüce kitabında şöyle buyuruyor:

﴿وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ (6)

Manası: Hani Meryem’in oğlu Î dedi ki: “Ey İsrâîloğulları! Şüphe yok ki ben, benden önce olan Tevrât’ı tasdik edici ve benden sonra Aḥmed isminde gelecek bir Peygamberi müjdeleyici olarak sizlere (gönderilen) Allâh’ın Rasûlüyüm”. (Es-Saff suresi, 6. ayet)

Efendimiz Îaleyhisselâm, diğer Peygamberler gibi kavmini İslâm’a, tek olan Allâh’a ibadet etmeye ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmamaya çağırdı. Fakat onlardan az bir kısmı hariç diğerleri onu yalanladı, ona haset etti, onun hakkında sihirbaz dedi, ona inanmadı, eziyet etti ve onu öldürmeye çalıştı; lakin Allâh onu korudu ve Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği gibi onu semaya yükseltti.

Efendimiz Îaleyhisselâm da diğer peygamberler gibi en son peygamber olan efendimiz Muḥammed’in ﷺ geleceğini müjdelemiştir. Kendisine tabi olanlara eğer ona ulaşırsa ona tabi olması ve yardım etmesi için nasihatta bulunmuştur. Efendimiz Muḥammed’e ﷺ risaletin gönderilmesinin başlangıncında Mekke’ye varmak üzere dört kişi Yemen’den yola çıktılar. Onlardan birisinin ismi Cad bin Kays el-Murâdî idi. Gece olduğunda bir yerde durakladılar. Cad bin Kays’dan hariç herkes uyudu. Sonra Cad sahibini göremediği bir ses işitti. O sesin sahibi ona şöyle dedi:

أَلا أيُّها الرَّكبُ الْمُعرِّسُ بلّغوا             إذَا مَا وَصَلْتُمْ لِلْحَطِيمِ وَزَمْزَمَا

مُحمًّدًا الْمَبْعُوثَ مِنَّا تَحيَّـةً                  تُشَيِّعُهُ مِنْ حيثُ سَـارَ وَيَمَّمَا

وقولوا لهُ إِنَّا لِدينكَ شِيـعَةٌ                بِذَلِكَ أَوْصَانَا المسيحُ ابنُ مَريمَا

Manası: Ey gece yolcuları, Ḥatîme ve zemzeme vardığınızda peygamber olarak gönderilmiş Muḥammed’e bizden selâm söyleyin! Onun gittiği yoldan giderek ona tabi olun! Ve ona deyin ki: Biz onun dinindeniz. Bunu, bize El-Mesîḥ bin Meryem nasihat etti. (Ebu Sad En-Neysâbûrî “Şerafu’l Mustafâ”)

Ey sevgili kardeşlerim; işte bu sesin sahibi, efendimiz Îaleyhisselâm göğe kaldırılmadan önce onu görmüş, ona iman etmiş ve ondan efendimiz Muḥammed ﷺ geldiğinde ona iman etmeye ve ona tabi olmaya dair olan vasiyetini duymuş mü’min bir cindir. Bu cin, Cad’a Mekke’ye vardıklarında efendimiz Muḥammed’e ﷺ selâmını iletmesini söylemiştir. Mekke’ye vardıklarında Mekke ehline efendimiz Muḥammed’i ﷺ sormuş, onunla ﷺ biraraya gelmiş ve ona iman edip Müslüman olmuştur. Bu olay, efendimiz Muḥammed’in ﷺ peygamberliğinin ilk dönemlerinde, Arap yarımadasında peygamberliği yayılmadan önce meydana gelmiştir. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve gönderdiği bütün Nebiyy ve Rasûllere olsun. Bu kıssadan, Îaleyhisselâm’ın da diğer bütün peygamberler gibi İslam diniyle gönderildiği anlaşılmaktadır. Rasûlullâh’ın şöyle buyurmuştur:

الأَنبياءُ إِخْوَةٌ لِعَلّات دِينُهم وَاحِدٌ وأُمَّهاتُهُمْ شَتَّى وأَنا أولَى الناسِ بِعيسَى ابنِ مريمَ ليسَ بينِي وبَيْنَهُ نَبِيّ اﻫ

Manası: Peygamberler (babaları bir olup anneleri farklı olan) üvey kardeşler gibidir. Din’leri birdir. Şeriatları farklıdır. (El-Buhari)

Sizler ve kendim için Allâh’a istiğfar ederim.

İkinci Hutbe

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’eﷺ ve diğer Peygamberlere olsun. Allâh müminlerin vâlidelerinden, âl’den ve raşit halifeler Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamları Ebû Ḥanîfe, Mâlik, eş-Şafiî ve Ahmet ve sâlih evliyalardan razı olsun.

Sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.

Bilinmesi gerekir ki İslam’ın kaidelerinden ve din usullerinden birisi, kesin bir şekilde, şek, şüphe ve tereddüt olmaksızın iman edilmesi farz olan bir husus şudur; Allâh’tan başka hiçkimse gaybı bilemez. Gaybı, ne bir peygamber, ne bir melek, ne bir cin ne de bir insan bilebilir. Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿قُل لَّا يَعلَمُ مَن فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلأَرضِ ٱلغَيبَ إِلَّا ٱللَّهُ

Manası: De ki (ey Muḥammed): Göklerde ve dünyada bulunanlar gaybı bilemez. Gaybı ancak Allâh bilir.

İmam Tabari, tefsirinde bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur: “﴿قُل﴾ yani ‘ey Muḥammed, sana kıyamet gününün nezaman olacağını soran müşriklere de ki ﴿لَا يَعلَمُ مَن فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلأَرضِ ٱلغَيبَ﴾ Allâh’ın sırrı olan yani yaratıklarına bilgisini vermediği şeyleri göklerde ve dünyada bulunanlar bilemez. ﴿إِلَّا ٱللَّهُ﴾ O sırları ancak Allâh bilir.’ Kıyamet gününün nezaman olacağı da bu hususlardandır.”

Bu, Âdem peygamberden son peygamber Muḥammed’e kadar bütün peygamberlerin (aleyhimussalâtu vesselâm), peygamberimizin sahabeleri ve Âl’inin ve onlara doğru bir şekilde tabi olanların inancıdır. Mü’min kardeşlerim; O halde bu inanca, ölünceye kadar sımsıkı tutunun. Falcılara ve arraflara gitmekten sakının ve başkalarını bu tür şeylere karşı uyarın. Falcılar, gelecekten haber ettiklerini iddia eder. Bazıları cinlerle çalışıyor. Cinler falcılara birşeyler söylüyor, onlar da cinlerin sözlerine dayanarak insanlara, gelecekte şöyle şöyle olacağını iddia ediyor. Bu tür şeylerden Allâh’a sığınırız. Cinler ise bildiğiniz gibi, en yalancı yaratıklardır. Arraflar ise geçmişte olan şeylerden – çalınmış bir şey gibi – bahsederler. Rasûlullâh ﷺ şöyle buyurmuştur:

من أتى كاهنًا أو عَرَّافًا فَصَدَّقَهُ بِمَا يقولُ فقدْ كفرَ بما أُنزِلَ على محمّدٍ اﻫ

Manası: Kim bir falcıya ve bir arrafa gider de onu, dediğinde tasdik ederse Muḥammed indirilmiş olan vahiyye karşı küfre düşmüş olur. (El-Hakim)

Yani kim, falcı veya arrafın gaybı bildiğine inanırsa imanını kaybeder. Lakin o tür bir insana gidip “Dediği tutabilir de tutmayabilir de.” diye düşünen kişi küfre düşmez. Ancak o insana gidip sorduğu için günahkardır.

Şunu da bilin ki Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun peygamberine ﷺ salât ve selâm getirmek ile emretmiştir.

اللهُمَّ صَلِّ على سيّدِنا محمَّدٍ وعلَى ءالِ سَيِّدِنا محمدٍ كما صلَّيتَ على سيدِنا إبراهيمَ وعلى ءالِ سيِّدِنا إبراهيمَ وبَارِكْ عَلَى سيدِنا محمَّدٍ وعلَى ءالِ سيدِنا محمدٍ كمَا باركتَ على سيدِنا إبراهيمَ وعلَى ءالِ سيدِنا إبراهيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مجيدٌ

Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿يا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُـوا رَبَّكُـمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ (1)يَوْمَ تَرَوْنَها تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وتَرَى النَّاسَ سُكارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلكنَّ عَذَابَ اللهِ شَدِيدٌ(2)

El-Ḥacc suresi, 1. ve 2. ayet

Manası: “Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. (1) Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları adeta sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir! (2)

Dua:

Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul et. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Âmîn.

Kâmet getir!