Büyük günah üzere ölen Müslümanlar için şefaatin hak olduğunun beyanı

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O, tektir, ortağı yoktur. O’nun zıddı ve dengi yoktur. Her ne düşünürsek düşünelim Allâh ona benzemez. Her kim Allâh’ı yaratılmışlara has olan bir sıfatla vasfederse o Müslüman değildir. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekânı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nuru Muḥammed ﷺ  O’nun Rasûlü ve en sevgili kuludur.  Ey yüce Allâh’ım! Efendimiz Muḥammed’e, ﷺ onun ailesine, temiz ve pak olan ashabına ve onları güzel bir şekilde takip edenlere, kıyamet gününe kadar selam ve bereket ihsan eyle.

Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime aziz ve bağışlayıcı olan Allâh’a karşı takvalı olmayı, seçilmiş peygamberin yolundan gitmeyi, O’nun şeriatına ölünceye kadar sadık kalmayı ve Salihlerin amelleriyle amel etmeyi tavsiye ediyorum.

Mümin kardeşim, bil ki şefaat lugat açısından, başkası için bir iyiliği başkasından talep etmektir. Şefaat, Kur’ân ve hadis ile sabit kılınmıştır. Yüce Allâh Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:

﴿يَعۡلَمُ مَا بَيۡنَ أَيۡدِيهِمۡ وَمَا خَلۡفَهُمۡ وَلَا يَشۡفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ٱرۡتَضَىٰ وَهُم مِّنۡ خَشۡيَتِهِۦ مُشۡفِقُونَ ٢٨﴾

Manası: Allâh onların önlerindekini de arkalarındakini de (bildiklerini de bilmediklerini de) bilir. Onlar Allâh’ın razı olduklarından başkasına şefaat edemezler ve O’nun  haşyetinden (Allâh’ın ululuk ve korkusundan) içleri titremekte olanlardır.

İbn Mâce, Ebu Musa el-Eşari’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:

(( خُيِّرْتُ بَيْنَ الشَّفاعَةِ وبَيْنَ أَنْ يَدْخُلَ نِصْفُ أُمَّتِي الجَنَّةَ فَاخْتَرْتُ الشَّفاعَةَ لِأَنَّها أَعَمُّ وأَكْفَى، أَتَرَوْنَها لِلْمُتَّقِينَ، لا، ولَكِنَّها لِلْمُذْنِبِينَ الخَطَّائِينَ المُتَلَوِّثِينَ ))

Manası: “Bana, şefaat ile ümmetimin yarısının cennete girmesi arasında bir seçim hakkı verildi. Ben şefaati tercih ettim, çünkü o daha kapsayıcı ve daha yeterlidir. Şefaati takva sahipleri için mi sanıyorsunuz? Hayır, o günahkâr, hata işleyen ve günahın kirine bulaşmış kimseler içindir.” Hafız Busiri de bu hadisin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.

Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de şöyle der: İbn Cevzi demiştir ki: “Bu, Peygamberimizin nezaket dolu bir tasarrufudur; zira duasını en uygun yerde yapmıştır. Bu, aynı zamanda onun engin cömertliğinin bir göstergesidir; çünkü kendini değil, ümmetini öncelemiştir. Ayrıca bu, ileri görüşlülüğünün bir delilidir; çünkü şefaatini ümmetindeki günahkârlara tahsis etmiştir. Zira onlar, bu şefaate muhtaçtır.

Müslüman kardeşim, şefaate muhtaç olanlar sadece büyük günah sahipleridir. Çünkü Peygamberimiz hadisi-i şerifinde mana olarak şöyle buyurmuştur: “Şefaatim, ümmetimin büyük günah sahiplerine olacaktır.” Bu ifadenin anlamı, onların şefaate en çok ihtiyaç duyan kimseler olduğudur. “Ümmetimden” ifadesi ise, İslam davetine icabet eden ümmeti, yani Peygamberimizin getirdiği hakikatlere iman eden Müslümanları kastetmektedir.

Takva sahipleri, veliler ve şehitler ise, sahih ve açık naslardan anlaşıldığı üzere, şefaate ihtiyaç duymazlar.

Şunu bilmek gerekir ki şefaat edenler, peygamberler, ilmi ile amel eden âlimler, evliyalar, melekler ve başkalarıdır.

Mümin kardeşim, şefaatten bahsederken, onun çeşitlerini açıklamak yerinde olacaktır.

Birinci tür şefaat, peygamberin ümmetinden ve diğer peygamberlerin ümmetlerinden olan müminleri kıyamet gününün dehşetinden kurtarmaya yönelik olan şefaattir. Bu, en büyük şefaattir. Huzeyfe’nin Müslim’den rivayet ettiği hadiste, mana olarak ‘’Müminler cennetin onlara yaklaştırıldığı ana kadar ayakta beklerler. Sonra Âdem’e gelip “Ey babamız……..” derler. Bu rivayet, mana olarak başka bir rivayette geçen “Allâh, kıyamet gününde insanları tek bir sahada toplar…” ifadesini açıklar; burada peygamberlere gidip onlardan şefaat talep edenlerin mümin Müslümanlar olduğu belirtilir.

İkinci tür şefaat, Günahkâr Müslümanların cehenneme girdikten sonra, hak ettikleri süreden önce oradan çıkarılmaları için yapılan şefaattir. Nitekim Peygamber efendimiz mana olarak şöyle buyurmuştur: “Muḥammed’in şefaatiyle, onun ümmetinden bir grup cehennemden çıkıp cennete girecektir.”

Üçüncü tür şefaat ise, günahları sebebiyle cehenneme girmeyi hak etmiş olan günahkâr Müslümanlar için yapılır. Yüce Allâh, bu şefaatle onları cehenneme girmeden önce af eder .

İman kardeşlerim, mümin olmayanlara hiçbir tür şefaat ulaşmaz; ne kıyamet gününde insanları sıkıntılardan kurtarma şefaati, ne de cehenneme girmeden önceki şefaat, ne de cehenneme girdikten sonraki şefaat.

Yüce Allâh şöyle buyurmuştur: ﴿ وَلَا يَشۡفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ٱرۡتَضَىٰ “Onlar ancak Allâh’ın razı olduğu kimselere şefaat ederler.” Yani sadece iman üzere ölenler için şefaat ederler.

Kâfirlerin ahirette şefaatten yararlanamayacaklarını gösteren delillerden biri de Yüce Allâh’ın şu ayetidir: ﴿ فَمَا تَنفَعُهُمۡ شَفَٰعَةُ ٱلشَّـٰفِعِينَ ٤٨ “Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez” (El-Muddeššir 48). İbn Cüzey tefsirinde bu ayetle ilgili olarak şöyle der: “Bu, onların kâfir olmalarından dolayıdır. Âlimler icma ile kâfirlere kimsenin şefaat etmeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir.” Şefaat, bilindiği üzere, rahmet dileme talebidir. Yüce Allâh bize bildirmiştir ki, kâfirlerin azabı hafifletilmeyecek, bilakis azapları artacaktır. Nitekim yüce Allâh şöyle buyurmuştur: ﴿ فَذُوقُواْ فَلَن نَّزِيدَكُمۡ إِلَّا عَذَابًا ٣٠ ﴾ “Tadın! Artık size azaptan başka bir şey artırmayacağız”. Aynı şekilde Yüce Allâh, kâfirlerin kıyamet günü şöyle diyeceklerini bildirmiştir: ﴿ فَمَا لَنَا مِن شَٰفِعِينَ ١٠٠ وَلَا صَدِيقٍ حَمِيم ١٠١ “Artık bize ne bir şefaatçi var ne de candan bir dost” (Eş-Şûra 100-101). Kâfirler kendileri, kıyamet günü ne bir şefaatçi ne de kendilerine fayda sağlayacak bir kimse olacağını kabul ederken, neden bazı insanlar bugün Allâh’ın kitabını yalanlayarak, kâfirlerin birilerinin şefaatinden faydalanacağını iddia ediyorlar?

Böylece bize açıkça belli oldu ki, kâfire Allâh merhamet etmez ve kimse ona şefaat etmez. İbn Rüşd el-Cedd’in fetvalarında da şöyle denmiştir: İlim ehli, günahkâr müminlerin cehennemden çıkarılmaları konusunda peygamberin şefaatinin onları kapsayacağı peygamberin şefaatinden sadece kâfirlerin mahrum olduğu  konusunda icma etmişlerdir. Allâh size rahmet etsin, İbn Rüşd’ün “ilim ehli ittifak etmiştir” sözüne ve “şefaatinden yalnızca kâfirler mahrum olduğu” ifadesine dikkat edin. Bu, ümmetin üzerinde ittifak ettiği bir meseledir. Allâh Azze ve Celle şöyle buyuruyor: ﴿ لَّا يَجِدُونَ وَلِيّا وَلَا نَصِيرا ٦٥ “Onlar ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı” (En-Nisa 65). Buna rağmen, bazı insanlar Kur’ân’a aykırı bir şekilde bozuk sözler yayarak, peygamberin kâfirlere hesap başlamadan önce, sıkıntının hafifletilmesinde ya da azaplarının hafifletilmesinde şefaat edeceğini söylüyorlar. Bu ise, daha önce size açıkladığımız ayetler, hadisler ve icma ile sabit olduğu üzere, tamamen batıldır. Onların şerrinden Allâh’a sığınırız.  Bu sözümü söylüyor ve hem kendim hem de sizler için Allâh’tan bağışlanma diliyorum.

 

İkinci Hutbe

Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı Efendimiz Muḥammed’eﷺ ve diğer Peygamberlere olsun. Allâh mü’minlerin vâlidelerinden, Âl’den ve raşit halifeler Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamları Ebû Ḥanîfe, Mâlik, eş-Şafiî ve Aḥmed ve sâlih evliyalardan razı olsun.

Sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.

Müslüman kardeşlerim! Şunu da bilin ki, Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun Peygamberine ﷺ salât ve selâm getirmeyi emretmiştir.

Yüce Allâh şöyle buyurmuştur:

﴿يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ ٱتَّقُواْ رَبَّكُمۡۚ إِنَّ زَلۡزَلَةَ ٱلسَّاعَةِ شَيۡءٌ عَظِيم ١ يَوۡمَ تَرَوۡنَهَا تَذۡهَلُ كُلُّ مُرۡضِعَةٍ عَمَّآ أَرۡضَعَتۡ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمۡلٍ حَمۡلَهَا وَتَرَى ٱلنَّاسَ سُكَٰرَىٰ وَمَا هُم بِسُكَٰرَىٰ وَلَٰكِنَّ عَذَابَ ٱللَّهِ شَدِيد ٢﴾

Manası: Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları adeta sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir! (El-Ḥacc suresi, 1. ve 2. Ayetleri)

Allâh’ım! Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul eyle. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Allâh’ım bizi dalalette olanlardan veya dalalete sebep olanlardan değil hidayette olanlardan ve hidayete sebep olanlardan eyle. Âmin