Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O, tektir, ortağı yoktur. O’nun zıddı ve dengi yoktur. Her ne düşünürsek düşünelim Allâh ona benzemez. Her kim Allâh’ı yaratılmışlara has olan bir sıfatla vasfederse o Müslüman değildir. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekânı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nuru Muḥammedﷺ O’nun Rasûlü ve en sevgili kuludur. Ey yüce Allâh’ım! Efendimiz Muḥammed’e, ﷺ onun ailesine, temiz ve pak olan ashabına ve onları güzel bir şekilde takip edenlere, kıyamet gününe kadar selam ve bereket ihsan eyle.
Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.
Yüce Allâh Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
﴿وَمَآ أُمِرُوٓاْ إِلَّا لِيَعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مُخۡلِصِينَ لَهُ ٱلدِّينَ حُنَفَآءَ وَيُقِيمُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَيُؤۡتُواْ ٱلزَّكَوٰةَۚ وَذَٰلِكَ دِينُ ٱلۡقَيِّمَةِ ﴾.
Manası: Oysa kendilerine yalnızca Allâh’a ibadet etmeleri, bütün içtenlikleriyle yalnız O’na iman ederek batıl olan her şeyden uzak durmaları namazı kılmaları ve zekatı vermeleri emrolunmuştur. Dosdoğru olan din de budur.
Müminlerin emiri Ömer bin Hattab Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
الإسلامُ أَنْ تَشْهَدَ أن لا إله إلا اللهُ وأن محمدًا رسولُ وتُقِيمَ الصَّلاةَ وَتُؤْتِيَ الزكاةَ
Manası: İslâm, Allâh’tan başka ilah olmadığına ve Muḥammed’in Allâh’ın kulu ve Resûlu olduğuna şehadet etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermek demektir.
Bilinmesi gerekir ki Zekât büyük bir farzdır ve hayırlı bir ameldir. İman eden müminler onu halis niyetle yerine getirdiğinde, âlemlerin Rabbinden sevap kazanırlar. Bilinmesi gerekir ki kulun malı da kendisi de Allâh’ın mülküdür. O halde Allâh’a itaat etmek ve malını Allâh’ın razı olacağı şekilde kullanmak, İslam’ın emriyle uyum içinde hareket etmektir. Çünkü Allâh, veren ve engelleyendir. Zekât’a riayet etmek (Zekât vermek) malda bereketin oluşması için bir sebeptir.
Yüce Allâh Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
﴿وَمَآ أَنفَقۡتُم مِّن شَيۡء فَهُوَ يُخۡلِفُهُۥۖ وَهُوَ خَيۡرُ ٱلرَّٰزِقِينَ ٣٩﴾
Manası: Artık siz her neyi infak ederseniz, O (Allâh), yerine bir başkasını (daha hayırlısını ve fazlasını) verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Allâh’ın bereket verdiği kimse, gerçekten büyük bir hayır üzeredir. Bir kişi zekâtı öteler ve ondan kaçınırsa, çoğu zaman Allâh’ın lanetiyle malının tamamını kaybetmek gibi büyük bir musibete uğrar. Hayra erişen kişi ise, Allâh’ın onu hayra ulaştırmasıyla olur.
Yüce Allâh Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
﴿وَمَا تُنفِقُواْ مِنۡ خَيۡر فَلِأَنفُسِكُمۡۚ وَمَا تُنفِقُونَ إِلَّا
ٱبۡتِغَآءَ وَجۡهِ ٱللَّهِۚ وَمَا تُنفِقُواْ مِنۡ خَيۡر يُوَفَّ إِلَيۡكُمۡ وَأَنتُمۡ لَا تُظۡلَمُونَ ٢٧٢﴾
Manası: Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allâh’ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Ve hayırdan her neyi infak ederseniz (hepsinin karşılığı hiçbir) -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce verilecektir.
Bir kimse bunu bildikten sonra, malıyla fitneye düşmemeli ve cimrilik yüzünden Allâh yolunda harcamayı terk etmemelidir. Çünkü cimri, fakirlerin yaşamını sürerken zenginlerin hesabını verecek durumda olur. İmam Buhari, Hevlet el-Ensariyyeh’den Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
إِنَّ رِجَالًا يَتَخَوَّضُونَ في مَالِ اللهِ بِغَيْرِ حَقٍّ فَلَهُمُ النَّارُ يَوْمَ القِيَامَةِ
Manası: Allâh’ın malını haksız olarak harcayanlar vardır. Onlara kıyamet gününde Cehennem vardır.
Zekâtı vermekle yükümlü olan kişinin, zekâtın hükümleri konusunda ihtiyaç duyduğu konuları öğrenmesi gerekir. Çünkü insanların çoğu, zekâtı verirken, onun hükümlerini bilmedikleri için sahih olmayacak şekillerde verirler ve bu da cahil kişinin ibadeti doğru bir şekilde yerine getirememesiyle sonuçlanır. Cahil kişinin ibadetin düzeltilmesini bilmediği için, dinen caiz olmayan bir şeyi zekat olarak çıkarır veya zekat verilmesi caiz olmayan kişilere zekat verir. Bu hutbe, zekâtın tüm hükümlerini açıklamak için yeterli değildir. Bu nedenle, zekât verecek olan kişinin, zekâtı vermeden önce güvenilir ilim ehline danışması ve ondan sonra zekâtı doğru bir şekilde vermesi tavsiye edilir. Ancak vurgulamanın önemli olduğunu düşündüğümüz bazı meselelere değineceğiz.
İlk mesele: Zekât ticaret malları, altın veya gümüş gibi varlıkların üzerinden tam bir hicri yılın geçmesiyle farz olur. Bazı diğer mallar için, meyve ve ekin gibi, zekâtın farz kılınması için bir yılın geçmesi gerekmemektedir bu da Kur’ân-ı Kerîm’in şu ayetinden anlaşılmaktadır
﴿وَءَاتُواْ حَقَّهُۥ يَوۡمَ حَصَادِهِ﴾
Manası: Hasat günü (fakirlerin) hakkını da verin.
Kimin malının üzerinden bir hicri yıl geçer ve malına zekat düşer ve zekat vermeyi özürsüz geciktirirse harama düşer. Muhakkak ki zekâtı farz olduğu vakitte vermeyip geciktirmek haramdır. Zekâtı verme vakti gelmeden önce verilmesi ise fakihlerin belirttiği şartlar dahilinde caizdir.
İkinci mesele: Zaman zaman bir kişinin başka birine borcu olabilir ve böyle bir durumda alacaklı olan şöyle derse: ” Falanca kişinin bana olan borcunu ona zekât olarak veriyorum.” Bu doğru değildir çünkü en başında ona verirken zekât niyeti etmemiştir, yani zekât olarak vermemiştir, o borç olarak vermiştir. Muhakkak ki zekâtın geçerliliği için zekât malını ayırdığında veya verirken niyet gereklidir, yani malından zekât olarak ayıracağı miktarı belirlerken kalpten bir niyetinin olması gerekmektedir.
Üçüncü mesele: Zekât malının değişikliğe uğramadan zekât verilecek kişiye ulaştırılması gerektiğinin bilinmesi gerekir. Bu durumdan şu sonuç çıkarılabilir: Zekât mallarının bankalara konulup orda işletilmesi sonucunda zekât malının aslının ne olduğu belirsiz hale gelir ve alıcıya haram faizden bir şey verilmiş olabilir. Bu yüzden zekâtı vermek isteyen kişi, malını nereye vereceğine dikkat etmelidir, çünkü yüce Allâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’de bildirdiği sekiz sınıfın dışındaki kişilere zekât vermek caiz değildir.
Yüce Allâh Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
﴿إِنَّمَا ٱلصَّدَقَٰتُ لِلۡفُقَرَآءِ وَٱلۡمَسَٰكِينِ وَٱلۡعَٰمِلِينَ عَلَيۡهَا وَٱلۡمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمۡ وَفِي ٱلرِّقَابِ وَٱلۡغَٰرِمِينَ وَفِي سَبِيلِ ٱللَّهِ وَٱبۡنِ ٱلسَّبِيلِۖ فَرِيضَة مِّنَ ٱللَّهِۗ وَٱللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيم ٦٠﴾
Manası: Sadakalar (zekâtlar); fakirlere, miskinlere, zekât toplayanlara, müellefet-i kulûbuhum, (İslam’a yeni girmiş kalpleri İslama daha da ısındırılmak istenen kişiler) efendisi ile hür olmak için anlaşan kölelere, borçlarını ödemekten aciz olanlara, Fî Sebîlillâh ve yolda kalanlara mahsustur. Allâh, zekâtı farz kılmıştır. Allâh Alîm’dir, Ḥakîm’dir.
Ayeti kerimede geçen﴿وَفِي سَبِيلِ ٱللَّهِ﴾ ifadesi, bazıları tarafından her türlü hayırlı işi içerdiği anlamında zannettikleri gibi değildir. Fakat Arap dilinde bilinen bir kural olan “ve” bağlacı, değişimi ifade eder. Bu yüzden, bu ifade, diğer sınıflardan ayrı bir sınıf olduğunu işaret eder. Örneğin, “Zeyd ve Amr geldi ” dediğinizde, Zeyd’in Amr olmadığı anlamına gelir.
“فِي سَبِيلِ ٱللَّهِ” ifadesinin her türlü hayırlı işi kapsadığı şeklindeki iddia, “وَ” bağlacının getirdiği anlamın aksine olduğu için doğru değildir. Aksi takdirde, diğer türleri belirtmek için ihtiyaç duyulmazdı ve sadece “فِي سَبِيلِ ٱللَّهِ“ ifadesi yeterli olurdu.
Bunlar bilindikten sonra zekât verecek olan kişiye tavsiyemiz, zekâtın hükümleri hakkında bilgiye ihtiyaç duyduğu konularda güvenilir, sadık bilgili bir kişiden öğrenmesidir. Böylece zekâtı kabul edilebilir bir şekilde yerine getirir.
Sizler ve kendim için Allâh’tan bağışlanma dilerim.
İkinci Hutbe
Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ﷺ ve diğer peygamberlere olsun.
Sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.
Bilinmelidir ki, orucun sahih olması, namazın sahih olmasına bağlı değildir. Namaz ayrı, oruç ayrı bir farzdır. Bu yüzden bazı insanlar bazı kişilere, ‘Eğer namaz kılmıyorsan, neden oruç tutuyorsun?’ diye kendi aralarında dolaştırdıkları bir sözü söylerler. Derler ki: ‘’Oruç tutup namaz kılmayan kişi, asası olmayan çobana benzer.’’ Bu kişiler, insanları Allâh’a ibadetten uzaklaştırmaktadırlar. Birçok insan, ne kadar rahatlık içinde olurlarsa olsunlar, namaz konusunda nefislerine uyup tembellik ederek namaz kılmamaktalar. Eğer onlara, ‘Eğer namaz kılmazsanız, orucunuzun bir faydası olmaz’ denirse, orucu da bırakır ve der ki: ‘Orucum da benim için bir sevap yoksa, neden kendimi yorayım?’ Biz deriz ki, bir günah, iki günah kadar ağır değildir. Bunlar, iddialarına göre insanları dine çağırırlar ama başkalarını helak ederler ve kendilerini de helak ederler. Bu sözler, hiçbir şekilde hayırlı değildir, sadece şeytanî bir vesvesedir.
Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul eyle. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Allâh’ım bizi dalalette olanlardan veya dalalete sebep olanlardan değil hidayette olanlardan eyle.Âmin
Ey Allâh’ın kulları! Allâh şüphesiz adaleti, ihsanı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasaklar. Düşünesiniz diye size öğüt verir. Farzları eda edin ve günahlardan kaçının! Allâh’tan mağfiret dileyin ve O’na tevekkül edin! Müttaki olun, Allâh üzüntünüzü ve sıkıntınızı kaldırır. Kamet getir!