Hamd Allâh’adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. O’nun zıddı ve dengi yoktur. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekanı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nûru Muhammed ﷺ O’nun kulu, rasûlü ve en sevgili kuludur. O ﷺ, risaleti tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmete nasihatta bulunmuştur. Allâh, onu diğer peygamberleri mükâfatlandırdığı şeylerden daha fazlası ile mükâfatlandırsın. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muhammed’e ve diğer peygamberlere olsun.
Mü’min kardeşlerim, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.
Allâhu Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmştur:
﴿إِنَّ فِي خَلۡقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَٱخۡتِلَٰفِ ٱلَّيۡلِ وَٱلنَّهَارِ لَأٓيَٰت لِّأُوْلِي ٱلۡأَلۡبَٰبِ ١٩٠ ٱلَّذِينَ يَذۡكُرُونَ ٱللَّهَ قِيَٰما وَقُعُودا وَعَلَىٰ جُنُوبِهِمۡ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلۡقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ رَبَّنَا مَا خَلَقۡتَ هَٰذَا بَٰطِلا سُبۡحَٰنَكَ فَقِنَا عَذَابَ ٱلنَّارِ ١٩١﴾
Manası: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allâh’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen noksan sıfatlardan münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.” (Âl-İmrân suresi, 190. ve 191. ayetler)
Mümin kardeşlerim; Allâh’ın yaratıklarına düşünerek bakan kimse, Allâh’ın var olduğunu, şerîki olmadığını, kudret ve irade sıfatları Kendisi hakkında sabit olduğunu anlar. Mümin kardeşlerim, bu tefekkür bize emredilmiştir. Rasûlullâh’tan ﷺ zikredilen ayet hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir:
ويلٌ لِمَنْ قَرَأَها ولم يَتَفَكَّر فيها
Manası: Bu ayeti okuyup ve hakkında tefekkür etmeyen kimseye veyl olsun. (İbnu Hibbân, Sahih)
Allâh’ın yaratıklarına bakmak mutlaka Yaratıcının varlığına ve O’nun vahdaniyetine delalet eder. Ehli sünnet âlimleri her mükellefin Allâh’ın varlığını kanıtlayan icmâlî bir delili bilmesinin farz olduğunu söylemişlerdir. Müslüman kardeşlerim, biliriz ki, biz bir zamanlar yok iken var edildik, yaratıldık. Kim yok iken var edildiyse o kendisini yoktan var edene muhtaçtır, çünkü aklıselim yokluktan sonra var edilen şeyin bir var edene muhtaç olduğuna hükmeder. O var eden de Allâhu Tebârake ve Teâlâ’dır.
Bu âlem bir hâlden diğer bir hâle değişir. Hava bazen hareketli ve bazen durgundur. Bir vakit sıcak ve bir başka vakitte soğuk olur. Bir bitki çıkar ve bir başkası solar. Güneş doğudan doğar ve batıdan batar. Ayrıca gündüzün ortasında beyaz ve sonunda sarıdır. İşte bütün bu değişiklikler o şeylerin hâdis ve yaratık ve bir değiştirene muhtaç olduklarına işaret ederler. Bu şeyler de bu âlemden birer parçadırlar. Bu âlem ise yaratık, hâdis ve onu yaratana muhtaçtır. O yaratan da Allâh’tır.
Şayet bir mülhit –Allâh’ın varlığını inkâr eden kimse- Allâh’ı göremediğinden dolayı O’nun varlığına iman etmediğini söyleyecek olursa, ona denir ki: “O’nu göremesen de, O’nun fiilinin eserleri çoktur. Bu âlemin ve içindekilerinin varlığı Allâh’ın varlığına dair bir delildir. Bir kitabın mutlaka bir yazarı ve bir binanın mutlaka bir bina edeni vardır. Keza bu âlemin de mutlaka onu yaratan ve var eden bir Yaratıcısı vardır. Senin görememezliğine gelince, bu bir şeyin yokluğunu kanıtlamaz. Ne çok şeyler vardır ki görememene rağmen varlıklarına inanırsın. Bunlardan bazıları: Aklın, ruhun, ağrıların ve mutluluğun.”
Rivayet edilir ki bazı mülhitler onların bozuk itikatlarınının yanlışlığını kanıtladığı için Abû Hanife’yi öldürmek istediler. Ebû Hanife onlara şöyle dedi: “Bir soruma cevap verdikten sonra dilediğinizi yapın!” Dediler ki: “Konuş!” İmam Ebû Hanife dedi ki: “Şöyle bir iddiada bulunan kişiye ne dersiniz? “Ben ağır yüklü bir gemi gördüm. Geminin dümencisi olmamasına rağmen yüksek dalgalı denizde sakin bir şekilde sürüyordu. Akıl bunu kabul eder mi?” Mülhitler “Hayır! Etmez!”, dediler. İmam Ebû hanife bunun üzerine: “Subhânallâh!” dedi. “Bir geminin dümencisiz yüksek dalgalı denizde sakin bir şekilde sürmesi aklen imkânsız ise o zaman bu kâinatın farklılığı ve değişiklikleri ile nasıl bir Yaratıcısı ve Koruyucusu olmadan var olduğu mümkün olur?!” Mülhitler bunun üzerine ağlayıp “Haklısın!” dediler. Silahlarını indirip Müslüman oldular.
Bir E^rabî’ye bunun hakkında soruldu ve dedi ki: “Devenin tersi deveye ve ayak izleri yürümeye, delalet eder. Bu âlem El-Latîf ve El-Ĥabîr’in varlığına delalet etmez mi?!” Tabii ki eder.
Mümin kardeşlerim;, Allâh’ın yaratıklarına selim bir bakış ile yaratıkların Yaratıcıya hiç bir yönden benzemediğini akıl idrak eder, çünkü şayet âlemin Yaratıcısı âleme herhangi bir yönden benzemiş olsaydı o zaman Yaratıcı hakkında, yaratıklar hakkında mümkün olanlar değişkenlik, hâdislik ihtiyaç gibi mümkün olurdu, çünkü birbirine benzeyenler onları yaratan bir Yaratıcıya muhtaçtırlar. Mutlaka hâdis olan onu var ve üzerinde bulunduğu şekil ve sıfatlar ile tahsis edene muhtaçtırlar. Bir hâlden bir başka hâle değişen de onu bir hâlden diğer bir hâle değiştirene muhtaçtır. Bir mekânı veya ciheti mesken tutan mutlaka cisimdir. Allâhu Tebârake ve Teâlâ bunların hepsinden münezzehtir, çünkü eğer Allâh bir şeye muhtaç olmuş olsaydı yaratık ve hadis olmuş olurdu ki ezelî ve ilâh olamazdı. Allâhu Teâlâ bizi hak üzerinde sabit kılsın.
Sizler ve kendim için Allâh’a istiğfar ederim.
İkinci Hutbe:
Hamd Allâh’adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muhammed’e ﷺ ve diğer peygamberlere olsun. Allâh müminlerin vâlidelerinden, âl’den ve raşit halifeler Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamlar Ebû Hanîfeh, Mâlik, eş-Şafiî ve Ahmet ve sâlih evliyalardan razı olsun.
Sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.
İman kardeşlerim, uyarılması gereken hususlardan biri Celaleyn Tefsiri’nde bulunan bazı ifadeler olup, bunlardan en sakıncalı ve en zararlı olanı şudur: Orada, Rasûlullâh’ın Kureyşlilerin huzurunda en-Necm Suresi’ni okuduğu sırada, şu ayetlere geldiğinde:
﴿أَفَرَءَيۡتُمُ ٱللَّٰتَ وَٱلۡعُزَّىٰ ١٩ وَمَنَوٰةَ ٱلثَّالِثَةَ ٱلۡأُخۡرَىٰٓ ٢٠﴾
Manası: Gördünüz mü Lat ve Uzza’yı? Ve üçüncü (putları) olan Menat’ı?
(en-Necm, 19-20)
Şeytanın, Rasûlullâh’ın bilgisi dışında diline şu sözleri eklediği nakledilir:
“Bunlar ulu turnalardır ve şefaatleri gerçekten umulmaktadır.”
Bu sözleri okuyunca müşriklerin sevindiği, fakat Cebrâil’in gelip bunun Kur’ân’dan olmadığını söylediği ve Rasûlullâh’ın bu durumdan dolayı üzüldüğü iddia edilir. Ancak bu rivayet doğru değildir. Rasûlullâh’ın, Kur’ân’dan olmadığı hâlde, bir şeyi Kur’ân zannederek okuması kesinlikle mümkün değildir. O, bundan korunmuş ve masumdur. İmam Fahruddin er-Râzî de bu tefsiri şiddetle reddetmiş ve şöyle demiştir: “Kim böyle bir şeye inanırsa kâfir olur.” Küfürden dönmenin yolu ise, Kelime-i şehadeti söylemekle gerçekleşir.
Şunu da bilin ki Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun peygamberine salât ve selâm getirmek ile emretmiştir.
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿إِنَّ ٱللَّهَ وَمَلَٰٓئِكَتَهُۥ يُصَلُّونَ عَلَى ٱلنَّبِيِّۚ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ صَلُّواْ عَلَيۡهِ وَسَلِّمُواْ تَسۡلِيمًا ٥٦﴾
Manası: “Allâh ve melekleri nebiy’ye salât ederler. Ey iman edenler siz de ona salât ve selâm edin!” (el-Ahzâb suresi, 56. ayet)
اللهُمَّ صَلِّ على سيّدِنا محمَّدٍ وعلَى ءالِ سَيِّدِنا محمدٍ كما صلَّيتَ على سيدِنا إبراهيمَ وعلى ءالِ سيِّدِنا إبراهيمَ وبَارِكْ عَلَى سيدِنا محمَّدٍ وعلَى ءالِ سيدِنا محمدٍ كمَا باركتَ على سيدِنا إبراهيمَ وعلَى ءالِ سيدِنا إبراهيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مجيدٌ
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ ٱتَّقُواْ رَبَّكُمۡۚ إِنَّ زَلۡزَلَةَ ٱلسَّاعَةِ شَيۡءٌ عَظِيم ١ يَوۡمَ تَرَوۡنَهَا تَذۡهَلُ كُلُّ مُرۡضِعَةٍ عَمَّآ أَرۡضَعَتۡ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمۡلٍ حَمۡلَهَا وَتَرَى ٱلنَّاسَ سُكَٰرَىٰ وَمَا هُم بِسُكَٰرَىٰ وَلَٰكِنَّ عَذَابَ ٱللَّهِ شَدِيد ٢﴾
Manası: “Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. (1) Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir! (2)“ (el-Hacc, 1. ve 2. ayet)
Dua:
Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul et. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Âmin.
Allâh’ın kulları! Allâh şüphesiz adaleti, ihsanı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasaklar. Düşünesiniz diye size öğüt verir. Farzları eda edin ve günahlardan kaçının! Allâh’tan mağfiret dileyin ve O’na tevekkül edin! Müttaki olun, Allâh üzüntünüzü ve sıkıntınızı kaldırır. Kamet getir!