Ḥamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki Allâh’tan başka İlâh yoktur. O; tektir, ortağı yoktur. O’nun zıddı ve dengi yoktur. O’nun benzeri yoktur. O’nun mekânı yoktur. O’ndan başka Yaratıcı yoktur. Yine şehadet ederim ki efendimiz, sevgilimiz, yücemiz, rehberimiz ve gözümüzün nûru Muḥammedﷺ O’nun Rasûlü ve en sevgili kuludur. O ﷺ, risaleti tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmete nasihatta bulunmuştur. Allâh, onu diğer peygamberleri mükâfatlandırdığı şeylerden daha fazlası ile mükâfatlandırsın. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’e ve diğer peygamberlere olsun.
Ey Allâh’ın kulları, sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı ve Rasûlü’nün yolundan gitmeyi tavsiye ederim.
Allâh-u Teâlâ yüce kitabında şöyle buyuruyor:
﴿يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَقُولُواْ قَوۡلا سَدِيدا﴾
Manası: Ey iman edenler, Allâh’tan korkun ve doğruyu söyleyin.
(El-Eḥzâb suresi, 70. ayet)
Allâh, mü’min kullarına doğru sözlülüğü emrediyor. Bu da dinimizin güzel gördüğü ve ikrar ettiği hakka muvafık olan bir sözdür. Ancak güzel ve doğru söz, dinde anlayışları olmayanların güzel söz olarak gördükleri değildir. Zira bunun gibiler, İslam dinine uygun olan sözü fasit olarak gördükleri gibi, fasit olanı güzel olarak ve yanlışı doğru olarak görebilirler. Bu ise, şer-î mizanı kaybetmelerinden ve meseleleri, nakil kurallarından uzak, yalnızca kendi görüşlerine göre kıyasladıkları için. Şeytan da onlara sözlerini ve amellerini süslemektedir ve onlar böylece bunun hak olduğunu zannediyorlar. Üstelik bunun için herhangi bir bedil görmüyorlar, bilakis onu müdafaa etmek için başkalarına karşı geliyorlar ve kendilerine karşı gelenleri ayıplıyorlar.
Onlar, üzerinde bulundukları şeyin, doğrunun zıttı olduğunu fark etmeyip bilmiyorlar.
Bu durum, zeki olanların uzak durduğu ve kendileri için razı olmadıkları bir durumdur.
Böylelikle ibret, din ilmini öğrenen, Kur’ân’ı, peygamber efendimizin hadislerini ve âlimlerin sözlerini bilen ve bu ilim doğrultusunda amel edenlerdedir. Bu gibi insanlar örnek alınır. Zira mü’minlerin kendisinde ihtilafa düşmediği kaide şu şekildedir: İslam dininin güzel gördüğü şey güzel, kötü gördüğü şey ise kötüdür.
Bu ve geçmiş zamanda başa gelen belalardan birisi de kendilerini tasavvuf ehlinden görüp hakikatte ise onlardan uzak olan insanlardır. Onlar Kur’ân’a ve peygamber efendimizin hadislerine karşı gelmektedirler. Avam tabakasından olan insanları kendilerine bağlayıp – onlar farkında olmadan – uçuruma düşürmekteler. Böylece farkında olmadan şeytana yardım ediyorlar. Bu ise cehaletlerinden ve ihtiyaç duydukları din ilmini öğrenmemelerinden kaynaklanıyor. Bir şeyi iyi veya kötü görmeyi görüşlerine göre belirliyorlar. Akan sel onları birlikte götürüp onlar kendi hevalarının bataklıklarında boğuluyorlar. Bundan kastım tasavvuf iddiasında bulunan ve kendilerini bu güzel ve değeri yüksek yoldan sayan, hakikatte ise tasavvufun usulü ve kaidelerine uymayan insanlardır. Nitekim tasavvufun aslı, Kur’ân, peygamber efendimizin hadisleri ve ümmetin icmaaı üzere bina edilmiştir. Buna zıt düşen şeyler ise tasavvuftan değildir.
Kendilerini tasavvuf ehlinden sayıp toplumun yoluna aşırı kirlilik getiren insanlar var. Dolayısıyla onların dediklerinden uyarmak gerekir. Onların bazıları, hâşâ Allâh’ın şahısların içinde çözüldüğünü söylüyorlar. Onların bir kısmı da Allâh hakkında hiçbir şeye benzemediği söylemelerine rağmen O’nun her şey olduğunu söylüyor. Bazıları şöyle diyor: ’Fail ve mef’ul, kendilerinin bir olduğuna itikat ederse, gusül düşmüş olur. Bu sözleriyle şunu demek istiyorlar: Evlenen erkek ve kadın bir olduklarını, yani birleştiklerine itikat ederlerse, – zira onlar Allâh’tır – üzerlerine gusül farz değildir. Bu sapkınlık ne de çirkindir. Kendilerini haksız yere tasavvuftan sayanların cehaletlerinin kötülükleri çoktur. Onların oturumlarında, İslam ilminden uzak olmalarından ve dinimize zıt düşen körü körüne taklit etmelerinden dolayı nice sapkınlıklar, hurafeler ve kötülükler bulunmaktadır. Onlar birbirlerine şeyhe karşı teslimiyet ve ona hiçbir şeyde itiraz etmeme hususunu süslüyorlar. Hattâ bir keresinde birisi şöyle dedi: ‘Şeyhin hatası müridin doğruyu isabet etmesinden hayırlıdır.’ Onlar bir kadının Ömer İbn-u’l Hattâb’a kadınların mehirleri ile alakalı bir meselede karşı geldiği hadisesini duymadılar mı?! Ömer İbn-u’l Hattâb şöyle demişti: ‘Bir kadın doğruyu konuştu ve Ömer hata yaptı.’ Kıssanın tamamını Sa’îd bin Mansûr Sunen’inde rivayet etmiştir.
Ayrıca şu sözüne bakmadılar mı:
لَيْسَ أَحَدٌ إِلَّا يُؤْخَذُ مِنْ قَوْلِهِ وَيُدَعُ غَيْرَ النَّبِيِّ
Manası: Herkesin kimi sözleri alınır ve kimileri bırakılır, peygamber hariç. (Taberani İbn-i Abbâs’tan)
Dolayısıyla şeyh hatadan korunmuş değildir ve hata işlediğinde düzeltilir. İslam dinine muhalif olan bir şeyi emretmesi hususunda ona itaat etmek caiz değildir.
Bunlardan biri de Şeyh Ali Nuruddîn El-Yeşrutî’ye nisbeten Yeşrutiyye olarak bilinen bir fırkadır. Şeyh El-Yeşrutî ve Şeyh Şâzilî’yi kendilerini onlara nisbet eden insanların cevaz verdikleri meselelerden tenzih ederiz. Bu fırkanın erkek ve kadınları birbirlerinin ellerini öpüyorlar. Onlar hakkında meşhur olan şeylerden birisi de, yemin edene, ancak ve ancak şeyhi üzere yemin ettiğinde inanmalarıdır. Bunlar cahillere gelip onları din adı altında fitneye uğratırlar ve birçok insanı tasavvuftan uzaklaştırırlar. Hakiki tasavvuf ise bu uydurmalardan uzaktır. Bazılarının kötülüklerinden de geceleri bir araya gelip kendilerince zikir halkası oluşturup Allâh’ın ismini telaffuz ederken tahrifte bulunup günah işlemeleridir. Allâh diyecekleri yerine ’Ah, Ah’ diyorlar. Allâh-u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
﴿وَلِلَّهِ ٱلۡأَسۡمَآءُ ٱلۡحُسۡنَىٰ فَٱدۡعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُواْ ٱلَّذِينَ يُلۡحِدُونَ فِيٓ أَسۡمَٰٓئِهِۦۚ سَيُجۡزَوۡنَ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ﴾
Manası: Allâh’ın kâmil sıfatlarına işaret eden isimleri vardır. O’na bu isimlerle nida’da bulunun ve O’nun isimlerini tahrif edenlerden uzak durun. (El-E’râf suresi, 180. ayet)
’Ah’ lafzı ise Allâh’ın kâmil sıfatlarına işaret etmemektedir. Bilakis bu, şikayeti ve acı duymayı ifade eden bir lafızdır. Allâh diyecekleri yere ‘Ah’ demeleri ise Allâh’ın ismini tahrif etmektir. Eski Ezher şeyhi Şeyh Selim El-Bişrî şöyle demiştir: ‘Onların oturumlarında bulunmak haramdır.’
Şeyh Ali Nuruddîn El-Yeşrutî’nin asrında yaşayan bazıları ve başkaları onun büyük salihlerden olduğunu ve kendisinin kerametleri olduğunu anlatırlar. Şam bölgesinde ona tabi olanların bazıları fitneye uğrayıp yoldan saptılar. Şeyh Yeşrutî’ye bu haber ulaştığında, onlardan uyarmıştır. Hakiki tasavvufu isteyen onu büyük âlimlerden, hidayet imamlarından alsın. Zira onların doğru yolda olduğuna muteber âlimler şahitlik etmektedir. Tasavvufun ehli vardır. Yalan yere tasavvuf iddiasında bulunan ve İslam dinine muhalif olanlara gelince, Allâh onları hesaba çekecektir.
Sizler ve kendim için Allâh’a istiğfar ederim.
İkinci Hutbe
Hamd Allâh’adır. O’na ḥamdeder, O’ndan yardım ve bizleri hidayette sabit kılmasını dileriz. O’na şükreder, O’ndan af diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz ve Allâh’ın saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Allâh’ın salât ve selâmı efendimiz Muḥammed’eﷺ ve diğer peygamberlere olsun. Allâh mü’minlerin vâlidelerinden, Âl’den ve raşit halifeler Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali, rehber imamları Ebû Ḥanîfe, Mâlik, eş-Şafiî ve Aḥmed ve sâlih evliyalardan razı olsun.
Sizlere ve kendime her şeye kâdir olan yüce Allâh’a karşı takvalı olmayı tavsiye ederim.
Tasavvuf iddiasında bulunup gerçekte sahte tasavvufçu olan kimselere karşı dikkatli olunuz.
Biliniz ki bazı insanlar, büyük veli ve arif olan Şeyh Abdulkâdir Ceylani’ye söylemediği ve küfür olan bazı sözler isnat etmişlerdir. Bu sözlerden biri de şudur:
“Eğer sırrımı alevlere (Cehenneme) atacak olsaydım, delilimin büyüklüğünden dolayı ateşler (cehennem) sönerdi.”
Bu söz, nasları (Kur’ân ve sahih hadisleri) reddetmek anlamına gelir ve Allâh’ın cennet ve cehennemi ebedî kalmak üzere yarattığını bilen bir mümin asla böyle bir şey söylemez. Çünkü cehennem ateşi asla sönmez, bu her Müslümanın inancıdır. Bu durumda bu sözün Şeyh Abdulkâdir Ceylani’ye nispet edilmesi nasıl mümkün olabilir?
Allâh ondan razı olsun, Şeyh Abdulkâdir Ceylani böyle bir sözü asla söylememiştir. Bu tür isnatlara karşı dikkatli olunuz.
Müslüman kardeşlerim! Şunu da bilin ki, Allâh sizlere büyük bir husus olan O’nun peygamberine ﷺ salât ve selâm getirmeyi emretmiştir.
Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’in ve İbrâhîm’in Âl’inin mertebelerini yücelttiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’in ve Muḥammed’in Âl’inin mertebelerini yücelt. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.
Allâh’ım! Efendimiz İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in Âl’ine bereket verdiğin gibi peygamber efendimiz Muḥammed’e ve Muḥammed’in Âl’ine bereket ver. Şüphesiz Sen kâmil Kudret ve Rahmet ile vasıflanansın ve övülmeye layıksın.
Allâh-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿يا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُـوا رَبَّكُـمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ يَوْمَ تَرَوْنَها تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وتَرَى النَّاسَ سُكارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلكنَّ عَذَابَ اللهِ شَدِيدٌ﴾
El-Ḥacc suresi, 1. ve 2. ayetleri
Manası: Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, eğer emzikli bir kadın olsaydı emzirdiği çocuğu unuturdu ve eğer gebe bir kadın olsaydı çocuğunu düşürürdü. İnsanları adeta sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azabı çok şiddetlidir!
Dua:
Allâh’ım Senden dilekte bulunuyoruz dualarımızı kabul eyle. Allâh’ım günahlarımızı ve hatalarımızı bağışla. Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru. Allâh’ım kusurlarımızı, ayıplarımızı setreyle. Âmîn.
Kâmet getir!